İlk söylemek istediğim şeyi hemen ifade etmek istiyorum: Kemal TAHİR’le tanışın.
Esir Şehrin İnsanları benim uzun süredir okumak istediğim, radarımda olan bir kitaptı, ama sanırım yeterli motivem yoktu; bir arkadaşın bu seriye başlayıp beni de uyandırmasıyla ben de okumuş, tanışmış oldum. İyi ki okuduğum kitaplardan oldu. Sizin de listenizde ise
İstanbul'dan yola çıkmış bir kervan. Sürre alayı... Aşkla, hasretle kavuşulmayı bekleyen kutsal beldeler... Vehhabi tehlikesinden dolayı 5 yıldır yapılamayan hac merasimi... Ve bu uğurda ölümü göze alan hacı adayları...
Sürre alayının 4 ay süren yolculuğunu anlatıyor bu kitap. Ama ne anlatma! Yine kalemine sağlık İskender Pala dedirtiyor. Günümüzde uçakla ne kadar kolay kavuşuyoruz o kutsal beldelere. Bu kitabı okuduktan sonra insanın o kervanda olası geliyor.
Tuz parasıyla Kabe yollarına düşen bir meczup.. Hacıların Kabeye ulaşmamaları için her türlü barbarlığı yapmaya hazır Vehhabiler.. Kendilerince İslam'a farklı anlamlar yükleyip müslümanlara bunu dayatmaya çalışan Suud ailesi. 5 yıldır hac yapamayan milletine hac yolunu açmaya çalışan Sultan Mahmud..
Sürre emiriyle, hacısıyla, meczubuyla, vakanüvistiyle Vehhabi tehlikesini yarıp geçen inanmışlar ordusu.. Ve beklenen kavuşma.. Heyecanı bir an bile eksilmeyen bir macera.. Kitabın sonunda kendim Efendimiz'e kavuşmuş, Kabe' ye yüz sürmüş gibi mutluydum..
"Lebbeyk! Allahümme lebbeyk!"
Çelebi Mehmed'in en önemli hizmetlerinden birisi de Mekke ve Medine halkına her sene Surre Alayı göndererek mali yardımda bulunma adetini başlatmasıdır.
Kitap gerçekten surre alayı ile ilgili gezi yazısı tarzı yazılmış ender eserlerden biridir. Yazarın dini yönü samimi anlatımı beni çok etkiledi. Neden surre alayına dahil edildiğini anlamak zor değil.
1800'lü yıllarda hac yolculukları nasıl oluyordu? İstanbul'dan çıkan bir sürre alayı Üsküdar Ayrılık Çeşmesi'nden başladığı yolculuğunu Mekke'de sonlandırıyordu. Bu yolun sadece gidiş yönü ortalama 4 ay sürüyordu. Bu yolculuk esnasında özellikle Şam'dan sonra çöl ve bedevilerle büyük bir mücadele vererek yola devam etmek gerekiyordu. Her şeye rağmen her sene hacılar katar katar kutsal davete icabet etmek için yollara düşüyordu.
Kervan'da ise İskender Pala; Vahhabi gailesinden dolayı beş yıldır yapılamayan sürre alayının tekrar kutsal topraklara ulaştırılması için verilen zorlu mücadeleyi işleyerek, Okunaklı ve akıcı bir romanla herkese hitap etmek istemiş.
Kitapta dikkatimi çeken bir detaydan da bahsetmek istiyorum; Özellikle Türk devletleri tarafından bin yıl boyunca kutsal beldelere yapılan zarif hizmetlerle birikmiş olan zenginliğin bir cahiller sürüsü tarafından nasıl yağmalandığı ancak bu kadar vurucu şekilde anlatılabilirdi. O yüzden yazarın kalemine ve yüreğine sağlık diyorum.
İstanbul’dan Kutsal Topraklara, İskender Pala’nın kaleminden kalbimizin derinliklerine bir kervanın hikayesi. Diğer kitapları gibi kendine hayran bırakan bir hikaye, içerisindeymiş hissi veren anlatım tarzı.
Ruslarla uzun süren savaşlar, Yeniçeri isyanları ve bozulan sosyal düzen, art arda gelen ihtilallerle taht değişiklikleri yüzünden
Çelebi Mehmet ilk defa Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’ye yardım göndermeye başladı. Bu yardımların gönderilmesi için vazifelendirilen ve tertip edilen kâfilelere
“Surre Alayı” denildi.
Üsküdar'dan Mekke'ye varmak üzere yola çıkan sürre alayı. Kimisi tuz parası ile kêrvana katılacak, kimisi ise orduyu doyuracak erzak ile. Hepsinin varacağı yer bir. Kâbe. "Rızkı veren Allah'tır." deyip, tuz parası ile yola koyulan Hüdayî ile aynı hücrede bulunmak bir ayrıcalıktı. Hüdayî teslimiyetini, Hüdayî aşkını, Hüdayî bilgeliğini, Hüdayî yoldaşlığını bizlere nasib eyle Ya Rabbi!