Yeryüzünü manevi bir karanlık kaplamıştı.
Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden adeta måteme bürünmüştü. Gözyaşı döken gözler değil, ruh ve kalpler idi. Kalp ve ruhların keder, elem ve gözyaşına âlem de iştirak etmiş, sanki umumi yas ilan edilmişti!
Yeryüzü saadetin, sevincin ve huzurun kaynağı olan "tevhid" inancından mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası, ruhları ve kalpleri kasıp kayurmuştu. Gönüllerde tek måbud yerine, birçok batıl iläh yer almıştı! Hakiki sahibini arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatı yordu.
Insanlar, birbirini yiyen canavarlar misali vahşileşmiş, küfür, şirk, cehalet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zalimin zulüm kamçısı altında mazlum inim inim inler hale gelmişti.
Ålem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve simalar mahzundu.
Akıl, ruh ve kalpleri manevi kıskacı altına alıp olanca kuvvetiyle sıkan bu küfür ve şirke, bu dalalet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntı- ya beşerin daha fazla katlanmasına Allah'ın sonsuz merhameti el- bette müsaade edemezdi! Bütün bunlara son verecek bir zatı, şefkat ve merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti! İşte, o zât geliyordu!
Dünyanın manevi şeklini beraberinde getirdiği nurla değiştirecek eşsiz insan, Allah'ın Son Peygamberi geliyordu!
Cin ve inse ebedi saadetin yolunu gösterecek Hz. Muhammed (a.s.m.) geliyordu!
" İslâm şerefiyle şereflendikten sonra dünyaya adaletiyle
ün salan Hz. Ömerû'lFaruk (r.a.), Cahiliyye devrinde putlara tapma hususunda
başından geçmiş bir hâdiseyi şöyle anlatır:
"Cahiliyye devrinde yaptığımız iki iş vardı ki, onları
hatırladıkça birine ağlar, diğerine ise gülerim!
"Beni ağlatan hâdise şu idi: "
"Kız evlâdlarımızı diri diri toprağa gömerdik. O masum ve
şefkate muhtaç çaresizlere bu hareketi nasıl reva görürdük, bilmem! Bunu
hatırladıkça kalbim parçalanır ve ağlamaktan kendimi alamam.
"Beni güldüren hâdiseye gelince... Cahiliyye devrinde
evlerimizde putlar vardı. Bir yolculuğa çıktığımız zaman, o putların bir
suretini undan veya helvadan yapar, yolculuk esnasında onlara tapar ve hürmet gösterirdik. Yol uzayıp acıktığımızda ise, az evvel hürmet ettiğimiz, taptığımız helvadan putumuzu alır, yerdik! Bundan daha gülünç bir hadise var mı? Bunu hatırladıkça da, Cahiliyye zamanında ne kadar akıl dışı işler yaptığımızı anlar ve gülerim. "
" İnsan da, yaratılışının, yokluk karanlıklarında varlık
âlemine misafir edilmiş olmanın asıl hikmet ve gayesinin, Cenâbı Hakk'ı tanımak
ve O'na îman edip, ibâdet etmek olduğunu bilsin. Böylece, hakikî huzur ve gerçek
saadete kavuşmuş olsun! "
" O Saadet Güneşi, bütün haşmetiyle insanlık ufkunda
doğmalıydı ki, insanlığın yüzü gülsün. Kâinat zerresiyle, güneşiyle, dağıyla,
taşıyla, insanıyla, hayvanıyla mânâsız, abes ve gayesiz telâkki edilmekten
kurtulsun. Her şeyin yazılmış ve ibret nazarlarına arzedilmiş, Allah'ın birer
mektubu olduğu bilinsin, idrak edilsin. İnançsızlığın yerini tertemiz îman,
zulmün yerini adalet, huzursuzluğun yerini huzur, cehaletin yerini ilim,
ızdırabın yerini saadet alsın. İnanan herkes dost ve kardeş olsun. Kâinatın
hiddeti sevince dönsün. Yıldızlar gülsün, zerreler cezbeye tutulmuş mevlevî gibi
raksa gelsin. Güneşle ay, yerle gök, aşk ve şevk içinde memuriyetlerine devam
etsin. "
" Bu perişan durumda bulunan dünyanın, insanın yeryüzünde
Allah'ın en kıymetli mahlûku olduğunu, insanların tek babadan geldiklerini ve
dolayısıyla bir tarağın dişleri gibi hepsinin belli haklara aynı nisbette sahip
olma hürriyetini doğuştan beraberinde getirdiğini ilân edecek, insanlar
arasındaki kin, nefret ve düşmanlığı sevgiye, saygıya ve dostluğa döndürecek
büyük bir peygambere ihtiyacı vardı! Hâl diliyle, âdeta bu büyük peygamberin bir
an evvel gelmesi için yalvarıyor, yakarıyordu! "