Doğa insanı ya tıka basa yer, ya aç oturur. Amerika yerlilerinin geleneksel olanı ertesi güne yiyecek saklamaz. Avusturalya yerlileri anında ödüllendirilmeyecekleri işlere girişmezler. Geleceği düşünmeyen doğa insanının tarzında, sessizce yaşanan bir bilgelik vardır. Kutup kâşifi Peary, rehberlerinden birine "Ne düşünmektesin?" diye sorduğunda, rehber "Düşünmem gerekmiyor," diye karşılık vermiş, "Bol miktarda etim var." Antik Yunan' dan bu yana, dünya halklarının önemli bir bölümü, gerekmedikçe düşünmemenin bilgeliğine uzak ve yabancı. Susan Sontag bunu "İnsanoğlu Platon'un mağarasından bir türlü dışarı çıkamamakta, alışkanlığını sürdürerek hâlâ gerçeğin imgeleriyle oyalanıp durmaktadır" sözüyle dile getirmişti. Bana sorarsanız, o mağaradan hiçbir zaman çıkamayacak. Çünkü, geleceği düşünmeye başladığından bu yana, yaşamakta olduğu cenneti terk edip anksiyete dünyasına adım attı ve bundan böyle artık hep orada olma durumunda. Üzerinde kaygının ağırlığı, hırsın gerilimi, mülkiyetin tutsaklığıyla, doğa insanının sahip olduğu hayatiyeti yitirmiş bir halde yaşayacak. Gerekmedikçe düşünmeyen doğa insanına karşılık, matriks insanı düşünce üşüşmesi işgalindedir. Duygu dünyamızı fakirleştirip sezgilerimizi ve içgüdülerimizi körelterek. Bilgi bombardımanından sersemlemiş insan bunu fark edecek halde de değil.