Meğer baba olmak; eşinin ve çocuklarının duygu değişim rüzgârlarıyla üşümeleri; bu sebeple de soğuk ve sıkıntılı sözler sarf etmeleri karşısında kenetlenmiş elleri asla bırakmadan: kimi susarak, kimi hafif tebessümlü cevaplar vererek onları sakinliğin güvenli limanına yavaşça çekebilmekmiş. Ve onlar rahatlayınca: "Buyurun, şimdi konuşalım canlarım..." deyip, ailece öfke fırtınasına tutulmaktan koruyabilmekmiş ve ilişkinin kontrolünü elinde tutabilmekmiş.
Reklam
Hiçbirimiz, bir dostun hatrını yıkacak kadar lebaleb dolu, sıkı, sıkışık değiliz. Başımızı kaşıyacak vaktimiz var. Bir selam vermeye, gece yarısı telefonda bir dize okumaya, birbirimizin elini sımsıkı tutmaya, gözlerinin içine bakmaya vaktimiz var. Başka bir şehre gitmeye, belki portakal çiçeklerinin mevsimine, yerel renklere ve başka şehirlerin akşamlarında başka rüzgarlara vaktimiz var.
Uzaktan konuşalım konuşacaksak. Uzun konuşalım, aradaki boşluklarla ve daima susarak
Ve "gecikmiş" olmanın bütün acısı gelip üzerimize çöreklenecekti. Mazeret değildi elbette fakat hüzünlüydü.
Reklam
“Gel de birbirimizle candan konuşalım! Kulaklardan, gözlerden gizli olarak söyleşelim! Gül bahçesi gibi dudaksız, dişsiz gülelim! Düşünce gibi dudaksız, dilsiz görüşelim! Akl-ı evvel mertebesinde, Hakk’ın varlığının idraki içinde dünyanın sırrını ağzımız kapalı olarak sonuna kadar söyleyeyim. Hiç kimse kendisi ile apaçık sesle konuşamaz. Mâdem ki hepimiz biriz, dilsiz, dudaksız gönüllerimizden birbirimize seslenelim. Sen nasıl olur da eline; “Tut!” dersin? O el senin midir? Mâdem ki ellerimiz bir, o ellerle birbirimizle içten konusalım. Ellerimizin bir olduğundan bahsedelim. El, ayak gönlün hareketini bilir, dilimiz susarak, gönlümüz titriyerek söyleşelim.”
41 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.