Ayışığı gümüş bir hançere dönüşüyor karanlığın elinde, çizip çizip kanatıyor anıların suskun yüzünü.
Sinmiş silinmiş suskun İçinde kim bilir hangi güzden Yaprak dökümü bir gün
Reklam
Bu yaşamak tufanı ki şiirden de hızlı Bitiveren gerçeğin bulanık toprağında Nereye götürür bizi koparıp kendimizden Böyle binlerce uçuk imgeyle Sancılı, suskun, sarsılarak Bir çığlık çağlayanı gibi savrulup Ömrümüzün kapalı ırmağında Nereye, böyle Dingin denizlerin dinmez özlemiyle..
Hepimiz tarihin, edebiyatın ve uluslararası hukukun bölük pörçük parçalarıyız...
Çok çok az insanin hayatını bedava, az zahmetle yaşama imkâni bulunur. O imkâna sahip olanın şanslı sayılıp sayılmayacağı da belli değildir. Ak bahtlılar, kara bahtlılar... Ak bahtIıların hepsi padişah çocuğuysa, kaçına taht sırası geldiğini, gelmeyenlerin de hangi akıbete uğradığını bir düşünün.
Meselâ amelî ve şahsî ibâdetlerin bir numaralısı olan namazı düşünün. Kıyamda kul “eliftir. Rükûda “dal", secdede “mim” olur. Bu suretle kul, “âdem” yazmış olmakta ve kulluğunu itiraf etmektedir. Namaza başlarken medlulündeki bütün ihtişamı müdrik olarak “Allâhuekber” diyerek O’ndan ma’da her şeyi arkaya attım mânâsına elleri kulaklara götürmek suretiyle tekbir alıp O'na teveccüh etmenin derinliğini kolay kolay ihâtâ edebi­ lir miyiz?!
Reklam
1,000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.