Artık Sabahattin Ali’nin tüm romanlarını okumuş olduğum ve üçü arasında bir sıralama yapmam gerekse İçimizdeki Şeytanla diş dişe bir mücadeleyle ikinci sıraya koyacağım severek bitirdiğim ustaca kaleme alınmış bir eser.
Hayatı bir insanda bulmayı çok iyi anlatan, o insandan önce ve o insan varken birinin nasıl değişebileceğini gösteren Raif ve onun hayatını anlamlandıran Maria’nın aşkını konu alan kitapta sık sık kendimi gördüm ve Raif’ten daha şanslı olduğumu çünkü hayatımın anlamını yitirmediğimi hemen yanı ucumda olduğunu bildiğim için şükrettim.
Sevdiğim bir bölüm: Çocukluğumda kurduğum hayallere benzeyen, fakat onlara nazaran daha delice, daha saçma ve daha kanlı şeyler tasavvur ediyordum: Gece, tam onun Atlantik’te numara yaptığı sıralarda, kendisini telefona çağırmak, rahatsız ettiğim için af diledikten sonra, kısaca veda ederek, mikrofon başında kafama bir kurşun sıkmak, ne güzel olurdu! Bu müthiş sesi duyunca, evvela ne olduğunu anlamayarak bir müddet duracak, sonra deli gibi “Raif! Raif!” diye bağırıp benden bir cevap almaya çalışacaktı. Yerde son nefesimi verirken ihtimal ki, bu sesleri de duyar ve gülümseyerek ölürdüm. Benim nereden telefon ettiğimi bilmediği için çaresizlik içinde çırpınacak, polise haber veremeyecek ve ertesi gün elleri titreyerek gazeteleri karıştırıp, esrarı çözülemeyen bu facia hakkındaki tafsilatı okurken kalbi nedamet ve yeis içinde çırpınacak, ömrünün sonuna kadar beni unutamayacağını, kendimi kanla hatırasına bağladığımı anlayacaktı.