1940’lı yılların Fransa’sından başlayan kitap, bizi 2000’li yıllara kadar getiriyor. Okurken adeta bir zaman makinesinde gibi hissediyorsunuz kendinizi. Yazarı, kendi anılarını anlatıyor ama tekniği biraz bilinç akışı, biraz günlük, biraz da dönemin önemli olaylarını kısa kısa notlardan okuyormuşuz gibi deneysel bir teknikle yazılmış. Kendi anılarıyla toplumsal olayları harmanlamış ve yaşadığı döneme de göz atmamızı istemiş. Çok yeni bir teknik kullanan Ernaux bu tekniğin öncüsü olarak kabul ediliyor. Fransa’nın son altmış yılına bir göz atmak isterseniz enfes bir seçim olacak sizin için. Türünün de öncüsü olduğu için kesinlikle okunması gerektiğini düşünüyorum.
Gelgelelim kitabı neden sevmediğime. Ülke olarak dibe vurmuş vaziyetteyiz ve bu durumdayken bizden çok ileride olan bir ülkenin, orta sınıf bir vatandaşının dertlerini okumak beni biraz yordu açıkçası. Hani bir caps dolaşıyor ya internette İsa rolünde bir adam kafasından kanlar akıyor bir sürü derdi var yanında biri de sürekli bir şeyler anlatıyor. Tam olarak o capste hissettim kendimi. Diyeceksiniz o zaman Batı edebiyatı okumayalım diye :) Bunda da haklısınız ama özellikle bu kitap beni yordu. Mesela şu anda Amerikalı bir yazarı okuyorum queer edebiyat ama böyle hissetmiyorum çok severek okuyorum. Velhasıl Seneler’i ben sevemedim. Buraya daha bir sürü şey de yazabilirim ama derdimin anlaşıldığını düşünüyorum. Tavsiye ediyor muyum evet kesinlikle tavsiye ediyorum. Okuyun ki tartışalım kitap hakkında. Farklı fikirler ilerletebilir insanı yoksa kendi gibi düşünen insanlarla tartışma aynı noktada bırakır. Bol kitaplı günler diliyorum.