Her ne kadar çekilen acıların yanı sıra sahip olu­nan sınırlı sayıdaki mutluluk yaşamı bir miktar katlanılabilir kılsa da yaşam önemli bir iyilikten yoksundur: Anlam. Tüm acılara katlanılabilir, tüm olumsuzluklara cesaretle göğüs gerilebilir ve bizden sonrakilerin de göğüs germesi sağlanabilirdi şayet tüm bunların bir anlamı ve amacı olsaydı...
Sayfa 38 - VAROLUŞUN NEDEN OLDUĞU ACILARA KARŞI BiR ÇÖZÜM ÖNERİSİ - MERT ALTINTAŞKitabı okudu
"Metapsikoza inanmak lazım!.."
-"Devam etmek demek yaratmak demektir... Yalnızca paylaşılmayan acılar bizi yıkabilir. Ruhun ölümsüzlüğü bir mitosdan ibaret değil. Metapsikoza inanmak lazım. Yine de bir ayırım gerekli: bir kısım insanların düşüncesi etraflarını yansıtan bir aynadır, onlar başkalarının kaydettiklerini bıkmadan tekrarlayan plaklar gibidirler; ruhları yoktur, üstün zekâlı hayvanlardan pek az daha mükemmel mekanizmalardır; dünyaları vücutlarıyla sınırlıdır ve vücutlarıyla beraber yok olurlar. Bir kısım insanlarsa kendilerini aşarlar ve kendilerini fedâ etmesini bilirler, bir fikre, bir dâvaya adarlar kendilerini, anıta, olaya, kitaba dönüşürler; ruhları ışık ve sevgi kaynağıdır; ruhları tabiat gibi devamlı verimlidir ve tabiat gibi ölümsüzdür. Bu ölümsüzlük tabii ki, beşeri olan herşey gibi, nisbî, ama yeterli ve teselli ediyor. Neden yalnızlık bizi ürkütüyor. Ürkütüyor, çünkü sonsuzluğun başlangıcı gibi geliyor bize ve sonsuzluğun karşısında kendimizi kolumuz kanadımız kırık ve bomboş hissediyoruz, öldükten sonra da yaşamak için tanıklar istiyoruz... Çoğu hiç de orijinal olmayan bu düşüncelerle şu sayfaların bekaretini bozmak neye yarar? Kim beni okuyacak? Benzerlerime iletecek hiçbir önemli mesajım yok. Bir vahşi gibi yaşadım, herhangi biri gibi acı çektim. Hayatımda hiçbir fevkalâde olay yok: önemsiz hayâl kırıklıkları, gerçekleşmemiş rüyâlar, yerine getirilmemiş projeler...
Reklam
İlginç olan ise şu. Siz bedeninize etten bir duvar da örseniz dış tehditlerden korunmak için, aldığınız önlemler yine sizi vurmak için size karşı birer silaha dönüşüyor, eğer kadınsanız. Mesele bu duvarın ne varlığı ne yokluğu, ne inceliği ne kalınlığı; bunların her biri bahane oluyor insanlar sizi ve bedeninizi özne değil de nesne olarak görünce. Her bedenden, her zamandan, her coğrafyadan, her yaşayıştan kadının türlü acısını taşıyorum ruhumda. Güzel de olsa çirkin de, zengin de olsa fakir de, cahil de olsa bilge de bir kadın, olaylar, kişiler, zamanlar, mekanlar değişse de hiç değişmeyen ve sürekli kendisini tekrarlayan acılar bunlar. Bu acıları bize çektirenler, bu adamlar değil. Bu acıları bize çektirenler ailemiz ve toplum, bu acıları bize çektiren, kültür; o adamlar hem buna yaslanarak hem de bundan dolayı böyle davranıyor bize.
“Her bedenden, her zamandan, her coğrafyadan, her yaşayıştan insanın türlü acısını taşıyorum ruhumda… Güzel de olsa çirkin de, zengin de olsa fakir de, olaylar, kişiler, zamanlar, mekanlar değişse de hiç değişmeyen ve sürmeli kendisini tekrarlayan acılar…”
Sayfa 84
"Bilimsel olarak değerlendirildiğinde, birey, kendini sonsuza değin tekrarlayan bir birim, hatta alfabenin bir harfi ile adlandırılabilecek bir şeydir. Diğer yandan, bireyi anlamak için onu bir bilim adamının gönülden bağlı olduğu tüm kabul gören düşüncelerden ve kurallardan kurtararak, eşsiz bir birey olarak görmek, onu araştırmalarının tek gerçek ve en üstün nesnesi yerine koymak gerekir. Herkesten önce, bir doktor bu çelişkinin farkında olmak zorundadır. Bir yanda, bilimsel eğitiminin istatiksel verileri ile donanmıştır, öte yanda, özellikle ruhsal acılar içinde kıvranan hasta bir insanı tedavi ederken, onu bireysel olarak anlama görevi ile karşı karşıyadır. Yaklaşım ne kadar şematik olursa, hasta -haklı olarak- o kadar direnç gösterir ve tedavisi o kadar tehlikeye girer. Psikoterapist, ister istemez, hastasının bireyliğini (başkalarına benzemeyen kişiliğini) temel bir gerçek olarak görmek ve tedavi yöntemlerini buna göre ayarlamak zorunda hisseder kendisini. Bugün tıbbın tüm alanlarında, bir doktorun görevinin soyut bir hastalığı değil, bir hastayı tedavi etmek olduğu kabul edilmektedir."
Aile, toplum, kültür, adam…
Her bedenden, her zamandan, her coğrafyadan, her yaşayıştan kadının türlü acısını taşıyorum ruhumda. Güzel de olsa çirkin de, zengin de olsa fakir de, cahil de olsa bilge de bir kadın, olaylar, kişiler, zamanlar, mekanlar değişse de hiç değişmeyen ve sürekli kendisini tekrarlayan acılar bunlar. Bu acıları bize çektirenler, bu adamlar değil. Bu acıları bize çektirenler ailemiz ve toplum, bu acıları bize çektirenler, kültür; o adamlar hem buna yaslanarak hem de bundan dolayı böyle davranıyor bizlere.
Reklam
13 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.