"Tevekkül... Temkin ve tenezzül... Bu hayatta tutunmak zorunda olduğum üç kavram. Öğrenmenin, aklıma sirayet ettirmenin başkaca bir yolu yok. Hayat! içi dolu, içi boş, karmakarışık bir rüya..."
İnsandan çıkan delilikler ve garabetler; insanın öteki hayvanlar üzerindeki üstünlüğünü, insanın kendisine bedavadan verdiği bu üstünlük sıfatını aklın gözünde yok ediyor. Ne kadar çok hayvan, kendi kendine son derece akıllı ve doğru sıfatını veren hayvandan (yani insandan) daha çok yumuşaklık, daha çok temkin ve insaf gösterir! Çoğu kez esaret, zulüm ve baskı altında bulunan insanlar arasında karıncaların, arıların ya da kunduzların toplulukları kadar iyi oluşturulmuş topluluklar var mıdır? Aynı türden yırtıcı hayvanların, yararsız olarak birbirini parçalamak, birbirini yok etmek için sahralarda, ovalarda, birbirlerine "randevu" verdikleri görülmüş müdür? Yırtıcı hayvanlar arasında din savaşları görülüyor mu?
Hayvanlann öteki türlere karşı zulüm ve saldırganlıklarının nedeni açlık ve beslenme ihtiyacıdır. İnsanın insana karşı zulüm ve saldırganlığının nedeni, efendilerinin kavga çıkarmak isteğinden ve açgözlülüğünden ve saygısız, batıl inançlarının azgınlığından başka bir şey değildir.
İbn Fergânî şöyle der: "Resmi tanıyan (halka değer veren) kibirlenir, vesmi tanıyan (kaderin tecellisini bilen) hayrete düşer, sebki (takdiri) tanıyan iş yapamaz hale gelir, Hakk'ı tanıyan temkin sahibi olur, mütevelliyi tanıyan kendini zelil görür."
Yukardaki sözün manası: Bir kimse kendisini Hakk'ın vazifeleriyle meşgul olarak görürse kendini beğenir, hakkındaki Allah'ın ezeli takdirini gören hayrette kalır. Zira o, hakkındaki Allah'ın takdirini ve alnına neyin yazıldığını bilmektedir. Ezelde tespit edilen kısmetten
artıp eksilmeyeceğini bilen kişi dilekte bulunma hâlinden vazgeçer. Allah'ın üzerindeki kudretini ve her hususta O'nun kâfi olduğunu bilen kimse temkin sahibi olur. Korkulu veya ihtiyaç zamanında sarsıntı geçirmez. Allah benim işlerimi bizzat üzerine almıştır, diye inanan bir
kimse Hakk'ın takdirine ve hükmüne boyun eğer.
Çocuklara der: " Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'ân dersiyle temkin verir.
Gençlere der: " Cehennem var, sarhoşluğu bırak." Aklı başlarına getirir.
Zalime der: " Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir.
İhtiyarlara der: " Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâkî bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmaya çalış." Ağlamasını gülmeye çevirir.
Bir gün İmâm Şâfiî'ye (âriflerin üç makamı olan) sabır, mihnet ve temkinden hangisinin daha makbul olduğu soruldu. Şâfiî "Temkin, peygamberler derecesidir; önce mihnet, sonra sabır ve daha sonra da temkîn gelir. Baksana Allâhu Teâlâ, İbrâhim aleyhisselâmı evvelâ imtihân etti, sonra temkîn verdi. Mûsâ aleyhisselâmı da evvelâ imtihân etti sonra temkîn, tahammül verdi. Eyyüb aleyhisselâmı imtihân etti, sonra temkîn verdi. Süleymân aleyhisselâmı evvelâ imtihan etti, sonra temkîn ve büyük mülk verdi.
Binâenaleyh temkîn, derecelerin en üstünüdür. Nitekim Allâhu Allâhu Teâlâ:
وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ»
"Ve işte bu sûretle Yusuf'u o arzda temkîn ettik." (Yûsuf sûresi, 12/21 ) buyurmuştur. Eyyûb aleyhisselâma da büyük imtihân geçirdikten sonra kudret verildi. Nitekim:
أَتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ
"Ve ona (Eyyûb aleyhisselâm'a) bütün ehlini ve beraberlerinde daha bir mislini bahşettik." (Enbiyâ sûresi, 21/84 ) buyurmuştur. İmâm Şâfiî radıyallahu anh'ın bu açıklaması, Kur'ân'ın gizliliklerinde mütebahhir olduğuna ve Allâhu Teâlâ'ya yönelen Peygamberler ve velîlerin derecelerini bildiğine açıkça delâlet eder ki, bütün bunlar âhiret bilgileridir.