“İtidal, Temür Melik, itidal. Müslümanlar arasında kılıç bir girerse bir daha çıkmaz. Gidenler gitsin, kalanı bize yeter. Şehit olmaya karar vermiş isek, askersiz de şehit olunur.”
Derler ki: Eğer şehir kumandanlığı Temür Melik gibi cesur bir askerî dehânın elinde bulunsaydı, Semerkant en azından yiyecek stokları bitinceye kadar, yani bir, bir buçuk sene istilâcılara karşı koyabilir, hattâ zaman zaman yapılacak huruç hareketleriyle düşmanı kaçırabilirdi. 
Ne var ki kale kumandanlığını Valide Sultan Türkân Hatunun kardeşi Harzem Şah Muhammed’in dayısı, Kıpçaklardan Turgay Han yapıyordu. Onu ne halk seviyordu, ne asker. Sadece etrafındaki birkaç dalkavuk tarafından destekleniyordu. 
Askerine evlere girmelerini, sağlam bütün erkekleri sokağa çıkarmalarını ve insafsızca kırbaçlamalarını emretti.
Bu vahşet tam üç gün sürdü. Askerler halka zulmettiler. Nihayet Celâleddin ve Temür Melik’in sabırları taştı. İkisi birden Sultanın huzuruna çıktılar. Önce Temür Melik söz aldı:
“Ne haldir, Sultanım? Kendi teb’amızı kendi ellerimizle ezeriz. Cengiz putperesti şehri alsa başka bir muâmele mi edecekti sanırsın? Bu milletten iyilikten başka ne gördük? Vergiler onların sırtında, askerlik onların sırtında, iş onların sırtında, savaş onların sırtında. Üstelik zulmetmek!.. Revâ mıdır? Müslümanca bir iş midir..?”