Veba, Ölümün Utkusu, XIV. Yüzyılın İkinci Yarısında Teokratik Resim
Başlangıca, veba ile hayat veya bizi ilgilendiren konuya, yani veba ile sa­ nat arasındaki kesişmeye gelecek olursak, çözülmesi gereken düğüm ta­rihte değil, tarihyazımında aranmalıdır. Bu düğüm, 1951 'de Princeton'da yayımlanan dahiyane ve son derece ilginç bir kitap olan Millard Meiss'ın After the Black Death[Kara Ölümün Ardından] kitabından kaynaklanmış­ tır. Bu eserde başrolü oynayan 1348'in Kara Vebası, XIV. yüzyılın ikinci yarısında Floransa'da sanat alanında yaşanan gerilemenin ardındaki be­lirleyici faktör olarak görülür. Amerikalı araştırmacının veba salgını sonrası ile ilgili bu teorisinde haklı olup olmadığı, aslında o yıllarda yeni sona ermiş dünya savaşından etkilenmiş olmasının mümkün olup olmadığı çok tartışılmıştır. Başka bir deyişle, Meiss'in kara vebanın bitişinden sonra Floransa resim sanatın­ da izlediği aşkın ve teokratik, yeni orta çağcı ve Giotto karşıtı eğilimin, Meiss'in çağdaşı olan figüratif eğilimlerin bilinçaltındaki yansıması ola­rak mı görülmeliydi? Sanki savaş sonrası Amerikan resminin soyut eği­limi Meiss'ı, Andrea Orcagna ve Floransa'daki müritlerinin meta-tarihi (ve doktrinci ve muhafazakar) resimlerini benzer şekilde yorumlamaya it­mişti. Burada söz konusu olan, 1343-1368 arasında faal bir mimar, oyma sanatçısı ve ressam olup, Floransa gotik stilinin ritüel, karmaşık ve son derece süslü bir yorumunun başkahramanı olan ve Orcagna olarak bili­nen Andrea di Cione'dir.
Tanrı devleti
Bu kuramda Egemenlik yalnızca Tanrıya aittir. Devletin meşruiyeti onun Tanrının iradesinin yeryüzünde gerçekleştirilmesinin aracı olmasında yatar. Devletin yasalarının Tanrının iradesi sonucu olduğu ve Tanrı'nın temsilcileri olan peygamberleri aracılığı ile kutsal kitaplarda insanlara bildirilen yasalar, yani ilahi yasalar, şeriatlerdir. Bu
Sayfa 175Kitabı okudu
Reklam
180 syf.
8/10 puan verdi
kök
İnsanlık yaradılıştan bu yana her zaman bir hırs ile güç ve iktidar savaşında bulunmuştur. Buna gerek dinî ve mitolojik kaynaklarda da sıkça rastlanmaktadır. Fakat toplumlar ve kitleler çoğunluk olarak olayları ayırt edememenin yanısıra olayları yaşadığı zaman ve mekan açısından belirli konjonktürde değerlendirir. Oysa ki yaşanan olayların
Kök
KökHamza Yardımcıoğlu · Wizart Yayınları · 2018242 okunma
Allah'tan yetki aldığını söyleyen her sistem ya da inanç teokratik özellik taşır. Dolayısıyla dinler ve Allah'ın elçi­liği (risalet) tamamen teokratik kurumlardır. Allah inancı ya da korkusu zihinsel tutsaklığa neden olup insanın ferdi hürriyetini engeller. Çok açık bir fikirsel münakaşa mevcuttur; egemenliğin kaynağı Allah mı yoksa insan aklı mı? İnsan dünyevi icraatlarında kendi zekasını mı yoksa ilahi iradeyi mi esas alacaktır? Atatürk'e göre hakimiyetin Allah'a ait olduğu inancı uydur­ma olduğu gibi, bu inanış hiçbir hak ve özgürlük tanımayan zorbaların dayanağı olmuştur
Sayfa 116Kitabı okudu
Artık bir teokrasiye sahip olmayı sona mı erdirmeliyiz? Kesinlikle ve içtenlikle hayır! İnanç bizi bir arada tutuyor, bilgi bizi özgür kılıyor. Bu yüzden, din adamlarımızın bir kısmı üzerinde öncekilerden gelen herhangi bir teokratik eğilimi muhafaza etmeliyiz. Profesyonel ordumuzu nasıl kışla sınırlarının içinde tutuyorsak, din adamlarımızı da tapınaklarının sınırları içinde tutmalıyız. Ordu ve din adamlığı değerli işler yaptığı sürece onurlandırılmalı.
Devlet ve hükümet, İstanbul’dur; Mustafa Kemal ise merkezî, üstelik teokratik otoriteye başkaldıran bir ‘asi’. İdamına fetva çıkması, yarım yüzyıl sonra bize tatsız bir şaka gibi mi görünüyor? Dürrizâde’ye öyle görünmüyordu. Hele Vahdettin’e, hiç!
Sayfa 394
Reklam
Osmanlıda Şeriat Düzeni
İster siyasal, ister sosyal, ister ekonomik, ister askeri ya da diger alanlarda olsun, yapılmak istenilen her iş, akıl verilerine göre değil fakat şeriat emirlerine göre yapılırdı. "Anayasa kabul edilsin mi, edilmesin mi?", ya da "Meşrutiyet rejimi gerekir mi gerekınez mi?", ya da "Savaşa girişilsin mi, girişilmesin mi?" gibi her ne hususta olursa olsun her konu akla ve müspet bilim esaslarına göre değil ve fakat Kur'an'a, ya da Muhammed'in Kur'an olmayarak yerleştirdiği hükümlere göre ele alınır ve çözüme bağlanırdı.
Acaba Ata­türk göze aldığı devrimleri başka bir ülkenin halkı ile el ele vererek mi başardı? Bu ulusun çocukları koyu bağnaz, her türlü yenilikten kaçınan, gözü dönmüş bir gerici kalabalığından ibaret olsa idi, o devrimleri değil başarmak, hayal etmek bile kimin aklından ge­çebilirdi? Atatürk, devrimleri yürütmek için top tüfek kullanmamış, binlerce, onbinlerce vatandaşı zindan­lara atmamış, bunlardan çoğunu halkın gözü önünde halk sevgisine dayanarak açık alınla ilan etmiştir. Teokratik bir dünya görüşünden yeni ayrıl­dığımız halde, O'nun devrinde, kısa zamanda bastı­rılan iki üç yöresel isyan hareketi bir yana, devrimIe­re ve devrimciliğe karşı tüm olarak halkımız hiçbir zaman olumsuz bir tepki göstermemiştir.
Sayfa 112Kitabı okudu
Geri16
100 öğeden 91 ile 100 arasındakiler gösteriliyor.