Şimdi sivil savaşın ne olduğunu gördükten sonra biliyorum ki; savaş eğer bir gün biterse herkes şunu sormalıdır: Peki ya şehitleri ne yapacağız? Neden öldüler?
Savaş beni yapayalnız olmaya, yılları ve yüreğimi tek başıma yiyip bitirmeye mahkum etti ve günün birinde fark ettim ki koca köpeğim Belbo elimde kalan tek ve son sırdaşımdı. Savaşla birlikte içe kapanmak, günü gününe yaşamak, yitirilen fırsatlar için pişmanlık duymamak yasal bir durum oldu. Şimdi öyle şeyler oluyordu ki yakınmadan, neredeyse hiç konuşmadan yaşamak davranış biçimi sayılıyordu.
Reklam
Bana öyle gelirdi ki, bir ormanda köpeksiz dolaşmakla yaşamın büyük bir dilimini, toprağın gizini elden kaçırmak aynı şeydi.
Oysa ben yalnız başıma yemekten hoşlanıyordum, karanlık odamda, tek başıma ve unutulmuş, kulaklarımı dikip geceyi dinleyerek zamanın geçmişine kulak vermeyi seviyordum.
Evet, acı çekiyordum ama geleceği ne görebilen ne de sevebilen çelişkili bir bakıştı bu. Ve konuşuyordum, konuşuyordum, kendi kendimle arkadaşlık ediyordum. İkimizde yalnızdık.
Beni, Cate'den çok, zaman, yıllar ilgilendiriyordu. İnanılmaz bir şeydi. Sekiz mi, on yıl mı? Sanki unutulmuş bir odayı, bir dolabı açmıştım ve burada başkasına ait bir hayat, boşuna yaşanmış, risklerle dolu bir hayat bulmuştum. Unuttuğum buydu, Cate değil, bir zamanların zavallı zevkleri değil. Ama o günleri yaşayan, bir şeyler olacak korkusuyla olaylardan kaçan ürkek genç, çoktan adam olmuştu, o hala çevresine bakınıyordu, yaşam neler getirecek diye bekleyen genç beni şaşırtıyordu. Benimle onun arasında ortak ne vardı ki? Ben onun için ne yapmıştım? O banal ve ateşli akşamlar, o rastlantısal riskler, bir yatak ya da pencere kadar tanıdık umutlar, her şey uzak bir ülkenin, şimdi tekrar düşününce, tadına bakıp da nasıl böylesine ihanet ettik diye düşündüğüm hareketli yaşamın anısı gibi geliyordu.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.