Bugün zamansız mekanları dolaşıyorum. Gün ışığının kaçındığı kuytu merdivenlerde gezinen bir gölgeyi takip ediyorum. Gölge diyorum ama nasıl? Burası kapkaranlık. Bilmiyorum nereden geldim ve neden buradayım? Tanıdık gelmiyor dolaştığım odalar, dokunduğum eşyalar. Yalnızca bir ses: tik tak. Onu tanıyorum: Daima kaçtığım ve sıyrıldığım ânın sayacı.
Gölge, ben peşine düşmezsem ilerlemiyor. Çıkış diyorum, onu yakalayınca mı? Nasıl olur da merdivende yukarı ya da aşağı gittiğinizi anlamazsınız? Ben anlamıyorum.Yönler ve boyutlar karışıyor. Ayağım boşluktan boşluğa yalpalıyor. Zihnimde zifiri karanlıklar… Bir dönemece rastlıyor gölge; sanki varoluş kaynağını, ışığını kaybetmiş gibi yolundan ayrılıyor. Ben ise biraz daha ilerlersem düşecek gibiyim, tutunacak korkuluk yokluyor ellerim.
Tik tak tik tak çak çak çak
Ey dertli ey masum daktilo
Söyle hâlimiz, sonumuz ne olacak
Dertlerimiz halay çekiyor lo lo lo
Biz de iştirak ediyoruz ona kâh koro kâh solo
KK
mikhail, bratvanın kasabı, işkence yöntemleriyle meşhur olanı. yüzünde ve vücudunda korkunç yara izleri var ve tek gözü görmüyor. ilk kitabın sonunda italyanlar ve ruslar arasındaki savaşın bitmesi için yapılması gereken anlaşmalı evliliğe gönüllü oluyor çünkü evlenilmesi gereken kız bir afişte görüp vurulduğu ve her gösterisinde gidip gizlice gül bıraktığı balerin bianca.
biancanınsa geçirdiği bir kaza sonucunda yapılan yanlış müdahale nedeniyle ses telleri zarar görmüş ve konuşamıyor, konuşursa canı çok yanıyor. babası onu küçük kız kardeşiyle tehdit edince anlaşmalı evliliğe razı oluyor.
son dönemlerde sevdiğim bir trope olan bekar babalığı kitapta görünce çok ara vermeden başlamak istedim iyi ki de başlamışım. karakterlerin her ikisi de hem fiziksel hem de ruhsal olarak oldukça yaralı. şükür ki birbirlerine iyi geliyorlar ve anlaşmalı evlilik aşk evliliğine dönüşüyor.
kitapta boşa trip yok, saçma sapan anlaşmazlıklar yok, aşmaları gereken aşırı büyük sorunlar yok ki bu seride en sevdiğim olay bu. tak tak tak her şey bir puzzle gibi ilerliyor.
ilk kitaba göre bir tık daha fazla smut vardı, bu beni rahatsız etmedi ama okumak istemeyene fazla gelebilir. seriyi mutlaka tavsiye ediyorum.
Broken WhispersNeva Altaj · Independently Published · 20221,045 okunma
Dedemlerin evindeyken zaman daha yavaş akar, tam emin değilim ama bunun sebebi yakıcı güneş, yoğun sessizlik, ya da tik-tak tik-tak diye işleyen saat kalaba lığı olabilir.
Evet, kendi pedagojik kovanımızın vızıltısını dinlemekten cesaretimizin kırıldığı zamanlarda içimizdeki dalgalanma bizi önce suçlu aramaya iter. Milli Eğitim, zaten herkesin kendi suçlusunu kolaylıkla işaret edebileceği bir yapıya sahiptir.
"Anaokulunda bunlara doğru durmayı öğretmemişler mi yani?" diye sorar ilkokul öğretmeni, tilt
İnsana verilen en büyük ceza nedir sizce? Düşünmek, fazlaca düşünmek olabilir mi? Farkında olmak. Hayatın farkında olmak. Bu katlanılır şey değil sahi! Deli sıfatı konulan insanları daha iyi anlamaya başlıyorum sanırım. İnsanlar için yaşam bir ceza, bir sınav mahiyetinde hüküm sürdüğünde kimileri düşünür, kimileri delirir, kimileri ise yaşamazdı. Zamanın tik tak atışına karşı yaşamı ciddiye almayan bu insanlar yaşamın ne anlam ifade ettiğini dâhi düşünmezler. Ertelemenin kuyusuna düşerler. Bir gün ne yaptın bu dünyada denildiğinde yaşadım bile diyemezler. İşte farkında olmak ne demek, hayatı yaşamak ne demek, insan olmak ne demek anlamadan geçip gider. Deliren insanlar, neden delirirler? Onların delirmesine sebep olan asıl şey nedir? Bir kitapta okumuştum şöyle diyordu: " delirmenin insanı yaşattığı söylenir, en azından bilinç kaybolduğu için daha az acı çekilir ölü gibi uyunur. " Bilinç yok mu olur gerçekten? İnsanın kendi varlığını sıradanlaştırması, herkes gibi olmayanı dışlayışı... Ama herkes birbirine benzerse nerede kalırdı özelliğimiz, bizi biz yapan değerleri yitirdiğimiz de ürettiğimiz seri makinlerlerden robotlardan ne farkımız kalırdı? Kimse hiç yoktan delirmez, kimse delirmek için doğmaz. Belki de en büyük ceza hayatı aklı başında yaşamaktır. Delirmenin insanı yaşattığı söylenir sözü kanıtlanmış bir söz olsa gerek.