19. Yüzyıl gibi yakın bir zamana dek bile, ailesi çok zengin veya soylu değilse, bir kadının kendine ait bir odası, hele sessiz veya ses geçirmez bir odası olması söz konusu değildi.
Mısırlı kadınlar ev hapsine mahkumdular. Babanın ya da kocanın izni olmadan bir adım bile atamıyorlardı ve birçoğu evden sadece üç vesileyle çıkıyordu: Mekke'ye gitmek için, kendi düğününe gitmek için ve kendi cenazesine gitmek için.
Yani bütün mucizelerin, gizli de olsa, kusursuz olmayan bir yanı vardır. Koruyucuya ve çalıştırıcıya gereksinim duymayan tek bir makine bile yoktur. Hepsinin içinde bir bela saklıdır. Çalışırken, her şeyin içinde var olan, ellerimizle yarattığımız sevgiyi indirir midesine. Bir makinenin yonttuğu kanoyu, balyozu ne yapayım ben? Makine, yaptığı iş üzerinde konuşamayan, gülümsemeyen; bitirdikten sonra yaptığın işe, onlar da sevinsinler diye annene ve babana götüremeyeceğin soğuk, kansız bir nesneden başka nedir ki?