20. yüzyılın Fransiz felsefecilerinden Simone de Beauvoir 1949 'da yayımladığı Le Deuxième Sexe/lkinci Cins isimli eseriyle feminizmin önemli isimlerinden birisi olur. Bu kitaptaki "Kadın doğulmaz, kadın olunur. cümlesi toplumsal cinsiyet eleştirisinin önemli bir sloganı hâline gelir. "insan kadın doğmaz; sonradan olur. Insan dişisinin toplum içerisindeki görünüşünü belirleyecek biyolojik, ruhsal ve iktisadi bir yazgı yoktur; erkekle kadınsı erkek denen iğdiş edilmiş cins arasındaki bu ürünü yaratan uygarlığın tümüdür. (1993: 231) Beauvoir'ın bu cümlelerinden de anlaşıldığna göre kadınlık durumunu belirleyen unsur uygarlığın yani ataerkil yapının kadını ötekileştirmesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla kadın tarihsel alanda erkeğe tabi ikinci cins olarak tanımlanmıştır ve erkek özgürlükle aynı eksendeki tine sahipken kadın tinsellikten dışlanmıştır. Beauvoir, kadının daha işin başında, özerk varoluşuyla 'başka-varlıgı arasında çatışma yaşadığını belirtir. Kadına hoşa gidebilmek için, hoşa gitmeye çalışmak, kendini nesne hâline getirmek gerektiği öğretilir. Böylelikle özerkliğinden vazgeçecektir. Ona canlı bir bebekmiş gibi davranılır, özgürlük tanınmaz; böylece kısır döngü tamamlanmış olur; dünyayı anlamak, kavramak ve keşfetmek için özgürlüğünü ne denli az kullanırsa, kendindeki kaynakları o denli az tanıyacak, bir Özne (kişi) olarak kendini o denli az ortaya koyacaktır. (Beauvoir, 1993: 246)