Garip biçimde sessiz bir parçalanmaydı bu .Çok canlı bir varlıklar dünyasında gökyüzündeki güneş ikiye bölündü,toprak infilâk etti;Deborah’ın gövdesi parçalandı,dişleriyle kemikleri çatlayıp darmadağın oldu hüzünden.
Kıyamet kopacak, çürüyüp toprak olan bedenler tekrar diriltilecek, hesap vermek üzere herkes toplanma yerine gelecek ve hesap başlayacaktır. Herkes yaptığının karşılığını tam olarak alacak, kimseye haksızlık yapılmayacaktır. İyiler amel defterini sağından, kötüler ise solundan alacak. Cennet ve cehenneme doğru yol alan yolcuların uğrayacakları bir durak olan mahşerde iyiler daima izzet, ikram ve mükâfat görecek, kötüler ise her türlü sıkıntı ve ızdıraba maruz kalacaklardır.
"Neredeyse Orman'ı sevecektiniz bile demek! Ne ala! Sizden beklenmeyecek bir kibarlık, dedi garip bir ses. "Dönün de yüzlerinize nazar eyleyeyim. Her ikinizi de nahoş bulacağım gibi bir his içersindeyim, lakin gelin aceleci olmayalım. Dönünüz!" Omuzlarına kocaman, yamru yumru boğumlu birer el kondu; kibarca fakat direnemeden
Siyasi siyonizmin "vaat edilmiş toprak" ve "seçilmiş halk" konusundaki sloganlarını körü körüne alıp benimseyen Hıristiyanlar acaba Yahudilere karşı "Tanrı öldüren" halk, İsa'nın kâtili şeklindeki iğrenç suçlamadan hareketle tam anlamıyla Hıristiyanlığa özgü bir Yahudi düşmanlığını besleyen Kilisenin asırlardır süre gelen yanılgı ve sapmalarından kurtulup da hâlâ şifaya kavuşmadılar mı?
Sayfa 110 - Timaş Yayınları - Kasım 2023, IstanbulKitabı okuyor
1839'da Mehmet Ali Paşa'ya karşı Osmanlı İmparatorluğu'yla ittifak kurduktan ve Rusya'nın Balkan Slavlarını desteklemek suretiyle toprak kazanma girişimlerinin önünü kesmeye çalıştıktan sonra İngiltere diğer herkesi aşağı gördüğü bir üstünlük kompleksine kapılarak, uygarlaştırma görevi kisvesi altında başka ülkelerin iç işlerine karışacak hatta askerî müdahalede bulunacak kadar ileri gitmiştir.
Büyük Güçlerin Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışırken kendi çıkarlarını gözettiğinin bir kanıtı da özellikle Fransa ve Rusya'nın "Hıristiyanları kâfirlerin kökünü kurutmayı istemekle suçlanan softalardan koruma" bahanesiyle Osmanlı topraklarına giderek artan sayıda misyoner göndermesidir. Hatta Ahmet Rıza misyonerlerin çoğu zaman gayrimüslim azınlıklar arasında milliyetçi duygular uyandırmak için dini kullanarak ve böylelikle de eski yaraları deşerek uluslararası hukuku çiğnediğini belirtiyordu.
Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.
Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı, besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.
Fakat en kötüleri, çamurun içinden çıkmasına rağmen prens olmus gibi davranan, toprak köleleri arasından yükselip amir olanlardı! Herkes en çok onlardan çekiyordu.
Biliyordum ki, toprak katı ve tabiat zalimdir ve insan cinsi bozuk bir hayvandan başka bir şey değildir; biliyordum ki, insan hayvanların en kötüsü, en bayağısı ve en az sevimli olanıdır.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
NAZIM HİKMET RAN