Tuğçe Dalak

Tuğçe Dalak
@tugcedalak
Translator and Interpreter
Cumhuriyet University Department of Translation and Interpreting
İstanbul
26 April 1995
31 reader point
Joined on February 2020
…bak, bak, ölümün gözlerinin içine, insan ölümden değil, bu tek başına, benzersiz ve müstesna olma isteğinin şiddetinden korkuyor…
Reklam
“Bu bağlamda kutsal kitaptaki eşcinsellik karşıtı yasalar aynı zamanda dış politikanın araçlarıydı. Sırf Yahudilerin komşuları erkek erkeğe sekse izin verdiği için bu tarz seks (kutsal kitaplar lezbiyen ilişkileri göz ardı eder) yasaklanmıştı. Nasıl ki, bölgede hayvanlarla seks yaygındı, aynı şekilde hemcinslerle ilişkiye yönelik de yumuşak bir tavır takınılmıştı. Tanrı buyruğuna dayanarak, Yahudi olmayan diğer toplumlarda “yapılanları yapmamak” Yahudilerin misyonu olduğundan, eşcinsel seks Yahudilerin onları reddederek kendilerini tanımladıkları “kerih yabancı” uygulamalardan sadece biriydi.[23] Eğer İbranilerin düşmanları eşcinselliğe izin verdiyse, Yahudi hukukunun onu yasaklaması kaçınılmazdı.”
Ben Tanrı’dan bile korkardım. Tanrı’nın sevgisine değil, gazabına inanırdım. İnanç. Bu yalnızca Tanrı’nın kırbacını yemek üzere mahkemeye çıkıyormuşum gibi bir histi. Cehennemin varlığına inansam da cennet benim için yoktu.

Reader Follow Recommendations

See All
Her ikisi de, gerek düşünceler, gerek duygular hoş şeylerdi, en son anlam her ikisinin arkasında gizliydi, her ikisine de kulak vermek, her ikisiyle de oynamak gerekiyordu, ikisi de küçümsenmemeli ya da abartılmamalıydı; yapılacak şey, her ikisine de kulak verip Ben’in gizli seslerini yakalamaktı.
Belki de insanlar kendi kendilerini düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı.
Reklam
Hepimiz korkağız. Korktuğumuz için severiz; korktuğumuz için yaşarız; korku yüzünden öldürürüz. En kötüsü kısa sıkıntılardan korkarız.
Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor.
Hiç kimse gerçek olduğunu bildiği bir şey uğruna ölmez. İnsanlar gerçek olmasını istedikleri şey için ölürler, çünkü kalplerindeki bir korku onlara inandıkları şeyin aslında gerçek olmadığını söyler.
Kendimiz hakkında bunca az şey bilmemiz ve kişiliğimizin en mahrem yanının bizlerden gizlenmiş olması ne tuhaf! Gerçek hayatımız için mezarlara, yaşadığımız günlerden yapılma efsaneler için de sanata mı bakmalıyız biz?
Şimdilik, hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın, sürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezip geçinceye ve “Bana doğru giden kim?”in yatay bilgisine ulaşıncaya dek!
Reklam
Ben, kusursuz bir portre olmayı yeğlerdim, oysa. İşte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. Umursamam, nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra…
Tüm anlar köpeksi bir zamana, düşkün bir kımıltısızlığa, aynılığa dönüşüyor, geride kalmanın tiksinç yalnızlığına!
Biz buyduk, şimdinin kuşkusuzluk adasında. Ayrıyken bile birlikte, birbirine karışmış, evrende birbirine yansıyan bağı sürdüren nesneler dizisi gibi…
Ben kimim’in arayışı kaç adım gider öz-tanıma? Engin bir su izinde yanıta vardığında, ne kadar bilebiliriz Kimiz’i?
Cadı avlarında Kilise, profesyonel olmayan şifacılığı sapkınlığa eşdeğer kabul ederek bariz bir biçimde doktorların profesyonelliğini meşrulaştırmıştır: “Eğer bir kadın eğitim almadan tedavi vermeye cüret ediyorsa, o bir cadıdır ve ölmelidir.” (Tabii ki bi kadının eğitim alması mümkün değildi.)
56 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.