Kitabı okumamın üzerinden çok zaman geçti ancak boğazımda düğümlenip kalan öfkem hala aynı yerde duruyor. Savaşlara ve çocuk istismarına lanet ettiren, yüreğinizi dağlayan bir eser...
Yolculuk sırasında okumak gibi bir hata yaptığım için ağlayamadım bile. Kalp ağrısının yanında bir de baş ağrısı gelip oturdu beynime. Hasan’ın vefasını ve küçücük yaşta çektiği acıyı okudukça ruhum ve aklım paramparça oldu. Çocukken üzülüp ağladığım şeylerin ne kadar da hafif kaldığına şaşırdım. Ben şanslıydım ama ya onlar? Sadece Afganistan’da değil, kimbilir dünyanın daha kaç yerinde, kaç çocuk aynı zulme mecbur bırakılıyordu. Kimbilir kaç çocuğun haykırmak istediği halde sesi çıkmıyor, bedenine yapılan işkence aslında ruhuna yapılıyordu. Kimbilir kaç çocuk, çocukluğun saf dünyasından koparılıyor, en adi dürtülere meze ediliyordu.
Emir’in korkaklığına ve Hasan’a attığı iftiraya çok kızdım. Sonra düşündüm ki, o da bir çocuk. Yıllar sonra bile yaptıklarının acısını hissedecek, pişmanlığı göklere erecek bir çocuk... Zaten kitabın sonunda Emir’in his dünyasına girdikçe, kızgınlığım kendini acıma hissine bıraktı. Sohrab’ı evlat edinmesi ile biten roman benim için burada bitmedi. Ne zaman savaş çocuklarına dair bir haber görsem, bir yazı okusam aklıma Hasan ve Sohrab gelir. Söylenmeyen, söylenemeyen pek çok ihtimal içimi sızlatır.