Köyden kente göçüp bir düzen tutturmaya çalışanların hikayesini anlatmış Kutlu. İşçilerin hak arayışlarına ve dünya malına olan düşkünlüğe, aza tamah etmemeye dikkat çekmeyi de ihmal etmemiş.
Tamahkarsızlık, benim de sık sık kendimi hesaba çektiğim konulardan biri olduğu için durup bir düşünmeme sebep oldu. Hep daha çoğunu elde etmek istiyoruz ve bunun için ömür tüketiyoruz. Elbette daha iyi şartlarda yaşamak istemek çok olağan fakat bugün değil, bu an bile tekrar yaşanmayacak. Oysa bizler (en azından ben) yarını daha iyi yaşayabilmek umuduyla -ki yarını göreceğimin garantisi yok- bugünü heba ediyoruz.  heleki bu uğurda bu çabayla ölümü yok saymak ve ahireti unutmak… İçinden çıkamadığım derin mevzular.
Konu oldukça ilgimi çekmesine rağmen kurgudaki kopukluklardan dolayı kendimi kitabı vermekte zorlandım. Çok fazla koptuğum nokta oldu, bir çok defa “acaba ben mi anlamıyorum” diyerek bazı kısımları tekrar okudum. Sanırım Mustafa Kutlu’nun ilk eserlerinde genel olarak böyle bir problem var. Yazdıkça yolunu bulmuş, tarzını oturtmuş gibi gelmeye başladı bana…
Eski kelimelerin çok fazla kullanılması ve bunlar için dipnot konmaması da beni oldukça zorladı. Eski kelimeler kullanılmasını zenginlik olarak görüyorum fakat okuyucunun kopmasını engellemek adına en azından günümüz Türkçe karşılıklarının dipnot olarak verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
 Yazarın çok beğendim eserlerinin olmasının yanında, bizzat yazarın tabiriyle “gönlüme biraz serin gelen” eserleri de var. Ne yazıkki bu da biraz serin gelenlerden biri oldu.