Salim Efendi'nin yüzünün güldüğünü pek gören olmamıştır. Öğretmen Dündar'dan da oldum olası hoşlanmamıştır. Her sözü kitaptan ezberlenmiş gibi düzgün bu oğlanın. Sahiciye benzemez.
"Tünaydın Salim Efendi. Umarım kazançlı bir gün geçirmişsinizdir?"
Salim Efendi, hem öfkelenir ona, hem çekinir, ezilir karşısında:
"Çok şükür Öğretmen Bey. Bin berekat!"
"Oğlunuzdan, kızınızdan aydınlık haberler aldığınızı umarım. Sizi bu ilçede herkese güzel bir örnek olarak göstermekten en büyük sevinci duymaktayım. Sağ olun, var olun. Beni kırmadınız. Kaymakamımızı kırmadınız. Aysel'i ortaokula gönderdiniz. Bu bile benim alnı açık yaşamama elverir Salim Efendi."
Dündar Öğretmen, Salim Efendi'nin omzunu okşadı. Ağzına cebinden birkaç leblebi atıp dükkandan çıktı. O çıkınca Salim Efendi, mesire yerindeki çamlara bağrını vermiş gibi ferahladı. Bir şeyleri kendine yediremiyor bir süredir. Bir süredir yüreği ecinniler baskınına uğruyor sanki. Boğum boğum boğuluyor: Cumhuriyet'in bir kötülüğünü gördüm diyemem. Şurası kötüdür, desem, diyemem. İnönü' nün jandarmasıydım ben, ta nerden nereye ağdırırken onu. Ama bu Cumhuriyet'in işime gelmeyen bir yanı da var. Şudur, diyemem, kızı okutmak, ilçede yakına uzağa, kızını şehirlere salıvermiş, dedirtmek. .. Sade bu mu içimi durmadan boğu boğuveren?
Her şeye rağmen bu, beni bir köle gibi, sevgili gibi esir eden uykudan kurtulmalıyım. Yaşasın musluk! Avuçlarını buz gibi su ile doldur! Çarp yüzüne! Bir daha! Bir daha! Tamam!
*~●。。Sıkıntı, dünyaya karşı can sıkıntısıdır, yaşam rahatsızlığının vızıltısı, yaşam yorgunluğudur. Sıkıntı aslında olguların sonsuz boşluğunun bedende hissedilmesidir.
Sayfa 324 - Ayrıntı Yayınları Çeviren Orhan TuncayKitabı okudu