Cellat, eli bile titremeden urganı boynuma geçirdi.Dinle beni Mehlika!
"Yazılmış öyküleri unutmalı
Kırık bir kuş yolculuğu anlatır..."
Mırıltıyla şiir okuyordum Mehlika'ya. Hemen mi birkaç saniye sonra mi sehpayı çekti cellat altımdan...
Son nefes son çırpınma...
Biliyor musun Mehlika?
Insan hayatında bir defa kırılır, kırılma sonrası zırhını kuşanır! Bir savaşa girer, düşman belli değildir. Zırhı yüzün den de çevresini göremez. Sonra olmayan savaşın bittiğini zanneder ve zırhını çıkarır... Sonra mı?
Ne dost kalır etrafında ne de düşman... Acı, alaycı ve kahreden bir yalnızlıkla kalırsın baş başa... Bu yalnızlığın en yalın halimi kahvaltıya postacıyı davet ettiğim gün yaşamıştım.
Hiç mektup getirmek için evine gelen postacıyı kahvaltıya davet ettin mi? İşte o zaman yalnızlığı bilmiyorsun demektir Mehlika...
Yüzyıllarca bizi masallarla büyüttüler Mehlika! Aslı olmayan masallarla...
İnsaf kökünden türediğini söylediler insanın ve yine dünyanın insan üzerine kurulduğunu. Hepsi kocaman bir yalan biliyor musun Mehlika?
İnsaf kökünden türediği söylenen insanlar çok insafsız!
İnsanın üzerine kurulduğunu söyledikleri dünyadaysa insanın yaşaması imkânsız!
Haydi, Mehlikal Bir idam mahkûmunun son isteğini yerine getir ve bana kahramanlık masalları anlat! Çok şey mi istedim senden? İçinde mağlubiyet olan, gözyaşı, acı, hatta yokluk olanı İnkılap bekleyen hayatları anlat mesela! Ya da benim perişan halimi...
Bana Alparslan'ı değil Romen Diyojen'i anlat. O mağlup ordusuyla düştüğü perişan durumu. Fatih'i değil Yıldırım Beyazıt'ı anlat. Timur'un karşısında aldığı mağlubiyet sonrası beraberinde götürülürken içinde bulunduğu psikolojiyi anlat! Galip komutanları zaten herkes biliyor! Alparslan'ın Anadolu'ya girişini, Fatih'in İstanbul'u fethini!
Galip insanları da... Peki ya mağluplar... Mağluplar ne olacak?
- Çay üç harflidir ve üçün olduğu yerde içilir derler. Dedim.
- Kimmiş o üç? Dedi merakla. Demlikleri sehpaya bırakarak:
- Sen, seni seven ve seni yaratan...
Gökyüzü bulutluydu ve yıldızlar da görünmüyorlardı. Seni görememiştim Mehlika! Seni göremediğim zamanlar zeytinlerle sohbet ediyordum. Seni aldatıyordum... Onlar da senin gibiydiler. Cevap vermiyorlardı belki ama dinliyorlardı beni. Sinirlendiğim zamanlarsa yiyordum zeytinleri!
Hayat her ne kadar insana istemediği görevleri yüklemeye zorunlu bir memur olsa da, vazgeçmek bu memurun bütün planlarını altüst ediyor. Ben vazgeçmeyi öğrendim Mehlika! Bütün sevdiklerimden vazgeçerek tecrübe ettim bunu. Bütün egolarımdan..
İnsanın aklı ve kalbi sürekli bir savaş halindeydi. Muhteşem bir uyumsuzluk ve çekişme. İnsan bedeniyse mübareze alanıydı, bu uyumsuzluğun, bu korkunç savaşın. Savaşı başlatan da, savaşın galibi de zamandı
Zaten hayat da öyle değil miydi? Neyi yadırgayıp, neyi yüz hor görüyorsa bir şekilde gelip o insanı buluyordu. Bir şekilde kabul ediyordu insan ve bir daha yadırgayıp hor görmemeyi öğreniyordu.