Türk birliği siyasetindeki faydalara gelince,Osmanlı ülkelerindeki Türkler hem dinî,hem ırkî bağlar ile pek sıkı,yalnız dinî olmaktan sıkı birleşecek ve esasen Türk olmadığı halde bir dereceye kadar Türkleşmiş sair müslim unsurlar daha ziyade Türklüğü benimseyecek ve henüz hiç benimsememiş unsurlar da Türkleştirilebilecekti.
İnsanlar bir millete ancak hisleriyle bağlı olabilir. Kısaca millet ne coğrafi ne ırkî ne siyasi ne de idari bir topluluk değildir. Millet, dili ortak olan yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan kültürel bir birliktir.
Sayfa 240Kitabı okudu
Reklam
"Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan, bu topraklara canıyla, malıyla ve tüm değerleriyle bağlanan, sahip çıkan ve bu topraklar uğruna gerektiğinde canını seve seve vermeyi göze alan, bu toprağı vatanı belleyen ve bu şerefli ulusun bir ferdi olmaktan gurur duyan herkes ama herkes (dini, ırkı, mezhebi ve rengi ne olursa olsun) Türk'tür ve bu ulusun şerefli bir ferdidir. Dolayısıyla "Ne mutlu Türk'üm diyene"
Sayfa 141Kitabı okudu
Ertesi yıl bunu tamamlayıcı bir yaklaşım rastlantı sonucu ortaya çıktı. Viyana’dan Dr. Hermann Kvergić adlı bir uzmanın gönderdiği mektup Mustafa Kemal’e gösterildi. Bütün dillerin ilkel insanları doğayı izlerken çıkardıkları hecelerden türetildiği ve orijinal seslerin Türkçe’de bulunduğunu yazıyordu. Mustafa Kemal’in hevesli desteğiyle,
Sayfa 567Kitabı okudu
Mustafa Kemal’in Suriye’deki ilk görev süresi hakkında en fazla bilgiye sahip olan Ali Fuat, onun Türk milliyetçiliğine dönüşünün ilk işaretlerinin burada ortaya çıktığını belirtiyor. Onun aktardığına göre, 1906’da Şam’a giderken Beyrut’ta Ali Fuat ve diğer arkadaşlarıyla görüştüğü zaman, çökmekte olan bir imparatorluğun parçaları arasından bir Türk devletinin nasıl yaratılabileceği sorunu Mustafa Kemal’i şimdiden düşündürüyordu. Bir başka karşılaşmada Yafa’da kendisi gibi Makedon kökenli olan bir subayla şiddetli bir kavgaya tutuştuğunu Ali Fuat’a anlatmıştı. Makedonyalı subay, emirlerini anlamayan Arap askerlerine, sert davranan bir Türk çavuşunu azarlamış ve aralarından Peygamberin çıktığı Arapların soylu bir ırk olduğunu ve Türk çavuşun onların ayaklarını yıkayacak kadar değeri olmadığını söylemişti. “Kes sesini yüzbaşı!” diye bağırmıştı Mustafa Kemal. “Bu erlerin mensup olduğu Arap ırkı belki bazı açılardan soyludur ama senin, benim, Müfit’in (Özdeş) ve bu çavuşun mensup olduğu ırkın da soylu olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.” Türkleri hor görmeye kalkışan herkese Mustafa Kemal karşı çıkıyordu. Ama herhalde diğer devrimciler gibi, o da, Arapların Osmanlı Devleti sınırları içinde kalmaları gerektiği inancındaydı. Yoksa, ne o ne de arkadaşları 1911’de İtalyanların işgal ettiği, Arapça konuşulan Trablusgarp bölgesine gitmeye gönüllü olurlardı. Arapların Osmanlı topraklarında kalacakları umudu, Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki yenilgiyle ortadan kalkana dek Türk devrimcilerin aklından hiç çıkmayacaktı.
“Millet mefhumunu böylece tahlil eden Gökalp, milletin tarifini de verir. Ona göre millet ne coğrafi, ne ırki, ne siyasi ne de iradi bir zümre değildir. Millet lisanan müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan harsi bir zümredir.”
Sayfa 72
Reklam
828 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.