Evlenmeden önce ilim öğrenin...
Hz. Ömer (r.a) bu vecizesinde evlenme kişiyi ilimden alıkoyar, demek istiyor. Gerçekten çoluk, çocuk, geçim telaşı ilme engeldir. Aslında ilim öğrenme yaşı buluğa ermeden önce olmalıdır. 4-16 yaş arası eğitime en elverişli dönemdir. İyi bir programla 12 yıllık bir süre içerisinde üniversite mezunu olunabilir. Nitekim Birleşik Arap
Sayfa 65 - Ramazanoğlu, Mahmut Sami, Hz. Ömer'ul-Faruk (ra), Erkam Yay. Ist. 1983, s.146Kitabı okudu
Karşımda, mahvedilmiş genç insanlar var. Ey Türke benzemeyen Türk Gençliği! Ne oldu sana böy­le? Birinci vazifen Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmekti hani? 'Türk olmak' ne demek, sana önce bunu unutturdular! 'İstiklal' ne de­mek, sana önce bunu unutturdular! 'Muhafaza ve mü­dafaa etmek' ne demek, sana önce bunu unutturdular! Ba­ğımsızlığın tehlikede! Varlığın tehlikede! Hadi muhafa­za ve müdafaa etsene! Vah gariplerim vah! Vah zavallı­lar vah! Hiçbir şeyin farkında değil çoğu. Pazartesi sa­bahları İstiklal Marşı söyleyip bayrağı göndere çekmek­le bağımsız olunmuyor efendim. Nasıl anlatsam size ül­kemde oynanan emperyalist oyunları? Öyle sinsi oyun­lar ki bunlar... Ulan İstiklal Savaşı zamanında olduğu gibi, düşman gelse yurdumu işgal etse neyse. Alırsın silahını koşarsın cepheye o zaman. Tabancan tüfeğin yoksa bı­çakla, kazma kürekle gidersin. Ama öyle mi ya. Bu sin­si savaş. Bu kahpe savaş. Bu modern emperyalist işgal. Sana kim olduğunu unutturuyor. Ortalıkta Türküm diye geziyorsun; ama farkına varmadan başka bir yara­tığa dönüşüyorsun. Saçlara başlara, kılığa kıyafete, ko­nuşma tarzına, ilişkilere, yaşam biçimlerine bakıyorum da, karşımda "Ey!" diyebileceğim bir Türk Gençliği gö­remiyorum.
Reklam
Kürtler milattan önce de vardı tatlım haddini bil :D
"Senin edın ne?" dedi kadın. "Jîyan efendim." "Jîyan ne demek?" "Kürtçede yaşam demek efendim." "Birkaç gündür seni gözetliyorum, sen gazeteyi alıp gittikten sonra ben de gazeteye göz atıyorum, okuyorum. Senin davranışların ve gazetenin gazetenin yazdıkları birbirleriyle çelişkili." dedi kadın. Jîyan "neden efendim?" diye sordu. "Bak gazete bölücülük yapıyor, neymiş efendim askerler köyleri yakmış, yıkmış insanlara işkence yapmış. Ha bir de Kürt diye bir millet varmış. Ne Kürt'ü bu ülkede herkes Türk'tür
Sayfa 14 - Ceren Kültür YayınlarıKitabı okudu
Kapısını çaldığım yaşlı adam için de öyle mi olmuştu acaba? O da burada doğmamıştı. İstanbul doğumluydu, Amerika’ya dört yaşında gelmiş -getirilmiş demek daha doğru- olduğu için, hele o yılların koşullarında, yani 20. Yüzyıl başlarında Amerika’yı filmlerden tanıma olasılığı hiç yoktu. Amerikanın filmlerini gören değil, yaratan ve dünyaya gösteren biriydi o. Kendini Amerika’lı sayan bir Anadolulu, Rum sayan bir Türk, Türk sayan bir Rum, Anadolulu sayan bir Amerika’lı, New York’lu sayan bir göçmen, göçmen sayan bir New York’lu. Belki de hiç biri. Hem hepsi, hem hiçbiri. Üst üste binmiş kimliklerin çoğaltırken azalttığı, güçlendirirken zayıflattığı bir adam. Adı Elia, adı İlya, İlyas, Aliya; soyadları Kazancıoğlu, Kazan; annesinin kızlık soyadı ise Şişmanoğlu. Evinde sehpanın üstüne gelişigüzel atılmış üç Oscar heykelciğine rağmen hâlâ Amerika’lı mıyım diye düşünen, bir an tam bir Amerika’lı olduğuna karar veren ama sonra Amerikanın çok kötü davrandığı ve her zaman da öyle davranacağı bir göçmen olduğunu düşünen, doksan yaşındaki ağaçlara benzeyen, doksan yaşında bir adam. Anadolu’da bu yaştaki insanlara çınar derler, burada ne derler acaba?
Bir Çocuğun Sorusu - Baba? - Evet oğlum. - Dün gece uyuyamadım hiç... - Neden oğlum? - Varsayımlar kurdum, Düşünüp durdum.
Teknolojik medeniyet içinde, milletlerarası münasebetler iki önemli yönüyle dikkatimizi çekiyor. Birincisi herhangi bir teknik donatım bir ülkede üretilebiliyor, onun iyisini bir ülke yapabiliyorsa öteki ülkeler onun için bir pazar olma durumundadır. Yani üreten ülke satın alan ülkeyi bir hırdavat deposu yapabilmektedir. İkincisi ileri teknoloji sahibi ülkelerin hantal ve az kâr getiren sanayi dallarını daha az sanayileşmiş ülkelere kaydırmasıdır. Modası geçmiş üretim biçimleri veya zahmeti bol kârı az üretim dalları yoksul ülkeleri işgal etmekte, buraları birer hırdavat deposu durumuna sokmaktadır. Teknolojik medeniyet sokaklarımızı, iş yerlerimizi olduğu kadar evlerimizi de hırdavat deposu durumuna sokuyor. Bugün orta halli bir Türk ailesinin evinde bir buzdolabı, çamaşır makinası, bütan gazlı fırın, radyo, televizyon vardır. Bunlara bir de diğer elektrikli ev aletleri, süpürgeler, ızgaralar, tost makinaları, hatta sobalar veya kalorifer radyatörleri eklenecek olursa hayatımızın hırdavatla ne kadar sıkı bir ilişki içinde olduğunu anlayabiliriz. Belki okuyucularım "hırdavat" sözünü çok kaba buldular veya işleyen aletlere, o pırıl pırıl aygıtlara "hurda" denilmesine rıza göstermediler. Hemen hatırlatmalıyım ki teknolojik gelişmelerdeki hız, pazara çıkmış en yeni malzemeyi bile hurda kılacak ölçüde yüksektir. Üretimin devamı demek üretilmiş bulunan alet ve edevatın kısa süre içinde hurdaya çıkması demektir. Yoksa üretimin durdurulması gerekirdi.
Sayfa 288 - Tiyo YayıneviKitabı okudu
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.