Görüldüğü üzere Kaşgarlı bir yandan siyasetin Türkler lehine değişeceğini ifade ederken diğer yandan Türkçenin bilinmesinin insanlar için zaruri bir ihtiyaç olacağına dikkat çekmiştir. Bundan gayesi Arapçanın ve doğal olarak Arap hâkimiyetinin yakın zamanda sona ereceğine vurgu yapmaktır. Kaşgarlı Mahmud'un çağında Türk coğrafyasının en batı ucunda Peçenekler bulunuyordu. Bunlar Karadeniz'in kuzeyinden Tuna boylarına inmişler ve nihayet Bizans ile mücadelelere başlamışlardı. Kaşgarlı onları Bizans (Rum/Roma) sınırında saymakla beraber hemen peşlerinden Tuna'yı geçmiş olan Uzlardan bahsetmemiştir. Muhtemelen onlara dair bilgileri sınırlıdır. Bunun yerine Kıpçakları kaydetmiştir ki gerçekten Peçeneklerin Karadeniz'in kuzeyinde bıraktığı boşluğu doldurmuşlardı. Kıpçakların (Kumanlar) önemli bir kısmı da Macaristan içlerine kadar sokulmuşlar ve burayı yurt tutmuşlardı. Anlaşıldığına göre onlara dair bilgiler Kaşgarlı Mahmud'a kadar ulaşmamıştı. Kıpçakların doğusunda ise Oğuzlar bulunuyordu.
Kaşgarlı Mahmud, Türklerin siyasi bakımdan güçlenmesini ilahi kudret e bağlıyordu. Bu konuyu eserin önsözünde şöyle dile getirmişti: Yüce tanrı Türk burçlarında doğdurdu devlet güneşini. Onların ülkeleri etrafında döndürdü göklerin çemberini ve onlara ad verdi Türk diye ülkelerin idaresini verdi mülk diye zamanın hakanları yaptı, onların ellerine verildi günümüzdeki insanların yuları. Onları görevlendirdi halk üzere onları kuvvetlendirdi hak üzere aziz kıldı onlara yanaşanları ve idareleri altında çalışanları onlar sayesinde muratlarına erdiler ve ayak takımının şerrinden emin oldular. Aklı olan herkes onlara ka- tılmalı ve onların oklarından korunmalı. En iyi yol onların dilini konuşmaktır. Duyurabilmek için onlar ve meylettirebilmek için gönüllerini. Takımından ayrılıp Türklere sığındığı zaman bir düşman güven verilip onlara kurtarıldığı zaman korkularından; başkaları da sığınır onunla beraber ve üzerinden kalkmış olur tüm zarar.
Reklam
Çin kaynakları yönetici sınıfa mensup olan kadınlar hakkında bilgi vermektedir. 585 ve 726 yıllarında Çin elçilerinin kabulünde Göktürk hatunlarının hazır bulunmaları, kendilerine ait saraylarının oluşu, devlet meclislerine katılmaları, hatunların; devlet idaresinde söz sahibi olduklarını ve devletin geleceğine yön verdiklerini göstermektedir.
Gerek destani mahiyetteki eserlerde gerekse Türklere dair kaynaklarda kendi çocuklarını köleleştiren bir toplum yapısından söz edilmemektedir.
Kafesoğlu'nun tespitlerine göre kang (baba) ve ök/ög (ana) kelimeleri 9. Yüzyıldan itibaren ata ve ana kelimelerine dönüşmüştü. Ana ve ata ailenin oluşumunun çekirdeğini oluşturuyordu. Bu tıpkı bir ateşin yanması için gerekli olan malzemenin bir araya gelmesi gibi telakki ediliyordu. Böylece aslında ailenin kurulmasıyla birlikte hanede ocak yanmaya başlıyordu
Atatürk, ancak dini yasalarla aradaki ilişkiyi kopardıktan sonra, kadın ve erkek eşitliğini yasalaştırabildi. Başkentin gün görmüş Osmanlı toplumunda Türk kadınları oldukça geniş bir özgürlük kazanmışlardı. Büyük Savaş sırasında Jöntürk Hükümetinin, başka çaresi kalmadığı için kadınları da çalıştırmaya başlaması, kadın özgürlüğünü ilerletmişti. Ama İslamiyet Medeni Kanuna hükmettikçe, tam eşitlik olanaksızdı ve kadın özgürlüğünde herhangi bir ilerlemeye karşı çıkılabilir ve tam tersine çevrilebilirdi. Türk kadınları elde ettikleri hakları Atatürk'e borçludur.
Reklam
196 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.