2002'den bu yana AK Parti hükümetleri döneminde Avrupa-merkezciliğe yönelik her tür yüzleşme çabasını "eksen kayması" ve yeni bir Türkiye inşa etme çabasını "Batı'dan kopma", "demokrasiden uzaklaşma", "sivil dikta" gibi yaftalarla izah etmeye çalışan çevreler yüzeysel ve şekilci Batıcılığın boyutlarını ortaya koymaktadır.
Sayfa 42 - İnsan YayınlarıKitabı okudu
... 2001 krizi sonrasındaki iktidar değişimiyle askerin geri çekilmesi ve sivil güçlerin egemen olması hamlesi ile tamamlayacağı izlenimine verdi. Batı dünyası Türkiye'deki bu girişimleri demokrasinin pekiştirilmesi olarak gördü ve destekledi 2004 yılında Avrupa Birliği o zamana kadar ayak sürüdüğü ilişkileri hızlandırma kararı alarak Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini başlatma kararını onayladı. Ne var ki zaman ilerledikçe Türkiye'deki hareketin demokrasiyle o kadar da ilgisi olmadığım askerin gücünün zayıflatılmasının din destekli bir Ahbap Çavuş kapitalizmini ve Ahbap Çavuş demokrasinin pekiştirmek için altyapı oluşturmaya yönelik olduğu yolundan batıda kuşkular uyanmaya başladı. Bu kuşkuların artması ile birlikte Avrupa Birliği, Türkiye'nin üyeliği meselesini geciktirmeye yöneldi.
Reklam
Göç sorunu mu, Din sorunu mu?
Türklerin kitleler halinde göç etmesinden korkulması, Türkiye'nin Avrupa'ya dahil edilmesi fikrinin Avrupa'da hem elitlerin hem de halklar tarafından direnişle karşılanmasına yol açtı.
Şimdi bir de 30 Ağustos sorunsalı çıktı. Memlekette sağdan soldan, “30 Ağustos'u kaldıralım” veya “Lozan zafer değil hezimet” deniyor. Birinci Dünya Savaşı'nın son barış muahedesiyle, 26 Ağustos'ta Büyük Taarruz ile başlayıp 30 Ağustos'ta elde edilen zaferi bu şekilde değerlendirmek, abes bir hükümdür. Lozan'da zafer olmaz, çünkü diplomatlar birbirine süngüyle saldırmıyorlar. Lozan'da şartların elverişliliği ölçüsünde bir uzlaşma söz konusudur. Lozan'da savaşın süngüyle çizdiği sınırı onaylattık; tek kazanç kapitülasyonların gürültü ve kavgayla kaldırılışıdır. Kimsenin kimseye fazla diretecek gücü yoktu, bütün Avrupa ve Türkiye yorgundu. “30 Ağustos” bir zaferdir. Çok ülkede böylesi yoktur; böylesine sahip olanlar da bunu kutlar. Fransa'nın zafer günlerini (L'armistice 1918) ve Rusya'nın zafer günlerini (7 Mayıs 1945) onlar kutlar, başkaları da tebrik eder.
Sunuş
-(...) Memleketi bir akılsızın eline ve keyfine bırakamam. Bu çok adamların yerine, birkaç kafa ile iktifa edebilirim: Mesela Kâzım ( Özalp) Köprülü'yü Harbiye nazırı yapacağım. Nuri'yi (Conker) Kumandan ve idare şefi yaparım. Fethi'yi (Okyar) yeni inkılapçı Türkiye'nin mümessili sıfatıyla Avrupa'ya gönderirim... (...) Sofradaki arkadaşlarından biri Nuri (Conker), M. Kemal'in istikbali kucaklıyan bu sözlerine, ahenkli bir kahkaha ile gülüyordu. Mustafa Kemal, kahkahasını bir türlü yenemiyen, bu arkadaşının sükunet bulmasına intizar etti (bekledi) ve sonra sordu: -Niçin gülüyorsun? Gülen arkadaşı cevaben: -Seni düşünüyorum da, onun için... Bütün bu işler içinde sen ne olacaksın? Mustafa Kemal, bu suale sarih cevap vermeden, yalnız şu umumi cümle ile karşılık vermiştir: -Ben mi? Ben de sizleri o makamlara koyabilen olacağım.
Belleten, Cilt XVIII. Sayı 72, S.429, Ankara: 1954.Kitabı okudu
Bir de köylülük sorunu var, Türk köylüsü hem üretkendir hem de kendine göre sağlamlıkları vardır. Üstelik aynı zamanda da bir teminattır. Komünizm artığı ülkelerdeki çürümüş, herhangi bir şey üretemeyen köylü sınıfına bakınız. Kıyaslandığında bu çok mühim bir zenginliktir. Yaşayışı bakımından da teminat altındadır. Binaenaleyh kafasındaki birtakım pazar mekanizmalarıyla, bu köylülüğü ortadan kaldırmaya çalışan sözde liboş iktisatçılara hiç taviz vermemek gerekir. Köylülüğü yok edersen çok şey kaybedersin. İktisadi sistemin çöker. Doğu Avrupa'da olduğu gibi, bu kurum çökmeye başladıkça milletin asıl değerlerini ve ahlakını muhafaza eden Türkiye taşrası sarsılır. Bunlar halledilmesi gereken konulardır.
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.