1920'lerin sonlarına doğru İtalyan ve Sovyet örnekleri ortaya çıktıktan sonra, liberalizme alternatif olarak, hem bürokratik mekanizmanın statüsünü koruyacak, hem de istenen milli kalkınmayı sağlayacak yeni devlet-toplum bağlantıları günde­me gelmeye başladı. Ama, 1920'lerde bu alternatifler henüz ortada görünmüyordu; alternatiflerin yokluğu ve projesizlik, bürokrasi içindeki sınıf-içi mücadeleyi şiddetlendiren bir et­men oldu. Sonuç olarak, 1920'lerde bir yandan pazarın kendi örgütlenmesiyle birlikte gelişmesine izin verirken, öte yandan kendisine rakip toplumsal örgütlenme ilkeleriyle savaşan siyasi gücü , mutlak bir merkezin sahnelediği tipik otoriter denkleme geri dönüldü.
…otoriter şahsiyete göre hürriyet insanların "kolayca istismar edebilecekleri" bir mefhumdur ve bundan dolayı son derece tehlikeli bir fikirdir.
Reklam
Aslında tarih, malesef insanların görüş zaviyesinin bir mahsulü olduğu için her zaman hakikatin ortaya çıkmasında bu kadar lütufkar davranmamaktadır.
Tarihten bazen de fazla şeyler bekliyoruz. Mesela aydınlarımızın büyük bir kısmının kabul ettiği bir fikir de, tarihte şu veya bu şekilde ehemmiyet kesbetmiş olan şahısların hakiki şahsiyetlerinin zamanla ve "tarih"in yardımiyle ortaya çıkacağıdır. Böylece, evvelce dini bir inançtan mütevellit "Allah ceza veya mükafatlarını versin" gibi bir düşünce tarzının yerine, "tarih ona nasıl olsa müstehak olduğu yeri verir" şeklindeki bir inanç yerleşmiştir.
Din, Anadolu insanında evrenle bağlantılı en yüksek meşrutiyet kaynağı oluşturmu. Atatürk'ün evreni ise doğa yasalarının evreniydi. Uzun sürede bilim'in bu yeni anlayışının istediği oranda yerleşememesi, din'in "geri tepme"si, kendisi gibi bilimi'i din'in yerine getirmek isteyenlerin çok daha önce karşılaştıkları bir durumdur.
İçinde yaşadığımız toplumu tümüyle beğenmemek, onu temelinden eleştirmek çok yaygın bir toplumsal davranış değildir. Hepimiz, zaman zaman, istediğimiz hayalı gerçekleşlirememiş olmaktan şikayet ederiz. Pahalılıktan, bazı düzensizliklerden, devlet ile olan ilişkilerimizde işlerimizin gerekliği kadar hızlı yürümemesinden, hatta, daha genel olarak, toplumun içindeki yerimizin bize gereken imkanları tanımadığından şekvacı oluruz. Çevre şartlarının baskısıyla paralel şekilde artan bu şikayetler, bazen acı, fakat genellikle dağınık, şekillenmemiş protestolardır. Toplum hayatının tabii bir özelliği olan bu serzenişler nadiren toplum mekanizmasının temelden bozuk olduğu şeklinde bir inanca ve bir toplum kritiğine dönüşür. Toplumu bir bütün olarak görüp de onu bir bütün olarak değerlendiren ve tümüyle yenileştirmek isteyen kişi, hele çözüm yollarını da, gene nisbeten tutarlı bir bütün olarak sunan kimse -bugünkü sosyolojinin teknik tabiriyle ütopyacı- müstesna bir insan tipidir. Bu şekildeki yönelim ve davranışlar olağan insan davranışından sayılmayacaklarına göre, karşımıza çıktıkları zaman bir izah gerektirirler.
Reklam
485 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.