ankarayı kendime sordum. ankara bana kendimi sordu. eskitilmiş günlerde küflendik sanki birlikte. gökyüzü kilitlenmiş bir yeryüzünde yaşadım ben. saçlarım hep gitti benden.
istanbul bana kendimi sordu. ben istanbulu kendime sormadım. o bana sordu. o beni dinledi. ben onu içimde tartamadım. yaşadıkça birbirimizi ben bir yerler eğildim, dağıldım, serpildim. saçlarımı sevdim. tamam. bazen. evet. oldu bazenlikler. ama sevdim. iki gün önce aradı. ankaradan. hiç kopmuyor bağımız. -başka bir evrende dedik. olurdu bizden. o evren bu evren değil.- ona da dedim. pişman değilim hiçbirinden. iyi ki yaşandı. iyi ki şimdi oldum ben. sürekli bekleyen bir trenim var gibi. ondan ağır geliyor belki yolculuk. seni arama düşüncesi bile bana iyi geldi, iyileştim dedi. ben o an nefes nefeseydim. yetişecek yerim yoktu. ağaçlı yolumda ortaköye yürüyordum. bu anı hatırlamak istiyorum. sakin ses tonunu. konuşmalarımız bana ankarayı hatırlatıyor. ankara yanıma gelip oturuyor. istanbulda koştururken onu hissediyorum. kucaklamak istiyorum. iteliyorum. kayıp bir baba resmini ayraç olarak kullanıyorum. seni çok seviyorum demek istiyorum kalbimde izi olan herkese. bir avuç insanım. benim insanlarım. yüreğimde örtünüyorlar. itelediklerimi kucaklıyorlar bazen. bilmeseler bile. yine de geceleri sevgilerin provası oynanıyor rüyamda. kopamıyorum ankaradan. içimi kemiren odalarda uyanıyorum gündüzleri ordan oraya giderken. en zayıflığımın üzerinden gidiyorum. kendimi ordan tamir ediyorum. acıta acıta. annem beni tutsa. geçmiyor. kendimi tutmaya çabalıyorum. turuncu bir battaniye altında beni saran herkesi unutup kendime sarılmaya çalışıyorum. istanbulu giyinip ankarayı soyunuyorum.
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim.
Öyle bir tüketme ki,sonucu yepyeni bir “ben”e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde…
Bütün mevsimler güz, vakitler ikindi
Turuncu bir sis inmiş gözlerinin burcuna
Durarak ve uzun uzun bakıyor her şeye...
Kimseler fikrini sormuyor nicedir
Çoktan çıkmış hükmünden çocukları
Korkarak basıyor evinde bile yere...
Günlerdir aynı uykuyu uyuyor adam
Sistemli bir şekilde gördüğü rüyaları ezberliyor.
Uyanınca unutacağından korkuyor ama asla unutmuyor
Birazdan gördüm yapacak adam rüyayı
Bir evvel zaman içtim kadehinden
Yüzünün aksinde kış oluyordu yüzüm
Kestanelerin içine kar yağarken
Ben orada çatladım ve öldüm
Elinde yelpazeyle uyukluyor babaannem
Hiç masal bilmediğinden kendini tekrarlardı
Yüzünde gelincikler ve doksanüç harbi
Hatırası çatlayan zamanlar serinlerken
Ben içtim o masalı su oldum derken göldüm
Şimdi sen bu masalın içindesin benimle
Ve bulunduğumuz yerin adı oluyor babaannem
Avcunda kestaneler güneşleniyor
Mevsiminden düşüyor zaman bu hayale gülerken
Yahut mevsiminden düştü zaman, ben babaannemi gömdüm
Sonra Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı, Turan Dursun, Muammer Aksoy ve daha nicesi hain tuzaklarla katledildi... Türkiye'nin yetiştirdiği, milli, Atatürkçü, anti-emperyalist insanlardı hepsi... Hepsi tam bağımsız Türkiye'ye inanırdı. Amerika ve onun sermayesine karşı durdukları, halka gerçeği anlattıkları için birer birer öldürüldüler. Amerikan emperyalizminin ülkemize dayatmaya çalıştığı siyasi İslam projesinin karşısında dimdik durmaktan kaçınmadılar. Hepsi öleceğini bilerek yürüdü kan emici emperyalizmin üzerine...
Öldürüldüğü gün 24 Ocak 1993...
O gün haberlerde söylenenler dün gibi aklımda; paramparça olmuş bedeni, Renault marka eski arabasının tanınmaz duruma gelmiş halı gözlerimin önündedir hâlâ... Ertesi gün, milyondan fazla insanla birlikte, ocak soğuğunda tüm gün ve ağır bir yağmur yağışı altında onu aralıksız gözyaşlarıyla uğurlayışımız aklımda...