Sessizlik. Açılmıyor kapım. Hayatta olduğu gibi, ölümde de, yanıma sokulacak hiç kimse yok. Üzülmüyorum buna. Son zamanlara dek ölüm korkunç bir şeydi benim için. Öyle değil gayrı. Başka görüyorum ölümü. Geçen her günle biraz daha yakından tanıyorum ölümü; tanıdıkça da alışıyorum ölüme. Kara değil, boz değil, çirkin değil; korkunç da değil ölüm. Korkunç olamaz benim için ölüm. Çünkü ben korkunç bir dünyada yaşadım. Belsen, Ausschwitz, Babiyar, tutsak kampları, sürgün trenleri, Gulag kampları... Acımasız bir dünyada ve insanlıklarını unutmuş insanlar arasında yaşaya yaşaya kendi İnsanî özelliğimi de yitirdim. Belki daha fazla: Kızıltaş insanlarının yokedilişlerine suskun bir seyirci olarak kalmakla, bir insan olarak, kendimi de yok ettim. Şimdi odamda olağanüstü bu sessizlik benim en yakınım. Yok yok, karamsarlık değil bu. Hayattan bıkkınlığıma, yaşamak için savaşmak istemeyişime, bir an önce dünyamızdan el etek çekmenin özlemini duyduğuma şaşma. Şaşmana hakkın yok bile! Ben senin yarattığın bir toplumun ürünüyüm; senin toplumunu temsil ediyorum...
Evet, değişiyor dünyamız. Değişmeyen bir tek sen kaldın gözlerimde dememe bakma, Anne; ben de değişmiyorum. Değişemem. Biliyor musun, Anneciğim, ben burada bir kafes içersinde yaşıyorum. Benim bu kafes hayatım şimdi değil, yıllar öncesi başladı, iyi hatırlıyorsundur, askere alındığım gün başlamıştı ayrılığımız. Derken savaş çıktı. Savaştım. Tutsak oldum. Sonra özgürlüğüme kavuştum. Ama sensiz, sakat ve eksik bir özgürlüktü bu. Sana döneceğim günü bekledim yıllarca. Dönmedim. Dönemedim. Sana dönmenin olasızlığına kanaat getirince beni ayakta tutabileceğine, hayatıma gerçek değer ve anlam verebileceğine inandığım her şeyimi aklımda toplayıp bu kafesin içerisine doldurdum.
“Uçma zamanı gelince gitmesi gerekirmiş. Kuşlar tutsak yaşayamazlarmış. Ya çocuklar İnci? Onlar tutsak yaşayabilirler mi?”
Gözlerim dolu dolu okuduğum bir kitap oldu.
Barış, 12 Eylül darbesinde hapishaneye atılan annesiyle büyümek zorunda kalan bir çocuk.
Barış tüm masumiyetiyle, etrafında olan biteni anlamlandırmaya çalışarak mektuplar yazıyor.
Mektuplar kitabın başında Tahliye olan, cezaevinde kaldığı sürece Barış’la yakından ilgilenen İnci’ye yazılır. Gel gör ki çoğu İnci’ye ulaşmıyor. Kitapları çocuk karakterlerden dinlemek hep çok hoşuma gitmiştir. Olaylara onların saf, masum, sevgi dolu duygularıyla yaklaşması çok etkiliyor beni. Herkesin Barış’la tanışmasını ve bu kitabı okumasını şiddetle tavsiye ediyorum.
Doğrudur, palmiyelerin altında çiçek açan şehirler vardır; mavi bir denizin tepesinde yükselen beyaz şehirler. Sonsuz bir karla kaplı dağlar vardır, kemer köprüleri ile, baş döndürücü güzellikteki manzaralarıyla; şoseler vardır iki yanında selvi ağaçlarıyla, mezarlığa giden yollar gibi hüzünlü ve adalar vardır, dalgalarla ve harikulade bir