Birincisi, az bir şeye sahip olan insanların kendi mal varlıklarına, zenginlerin sermayelerine olan düşkünlüğü kadar tutkuyla bağlı olmaları. İkincisi, bu gibi kimselerin mallarını sıkıca tutup, onları artırma çabası içinde bulunmalarıdır. Olay, üç-beş kuruş biriktirip bir yana koymak gibi, son derece küçük boyutlu bile olsa, bu insanlar bu artırma tutkularına büyük bir arzu ile sarılırlar. Ama asıl haz, maddesel malları değil, canlı var- lıkları mülkiyet altına almaktan doğar. Ataerkil toplumlarda en fakir adam bile, en azından karısının, çocuklarının ve hay- vanlarının mülkiyetini elinde tutar, kendisini onların mutlak efendisi olarak görürdü. Olabildiğince çok çocuk doğurul- ması, insan mülkiyetine sahip olmanın ve çalışmak zorunda olmadan "sermaye birikimi" yaratmanın tek yoluydu. Bütün yükü kadının taşıması gerektiği düşünülecek olursa, ataerkil toplumlarda çocuk dünyaya getirme olayının, belirli bir aşamadan sonra kadının sömürülmesine yol açtığını rahatlıkla ileri sürebiliriz. Anneler ise kendi açılarından, küçük oldukları sürece, çocukları üzerinde egemenlik kurmaya çalışarak, bir denge arayışı içine girmişlerdi. Böylece ortaya garip bir kısır döngü çıkmaktaydı. Sömürülen kadın, çocuklarını sömürmekte, büyüyen çocuklar ise babaları ile birlikte bu kez yine kadına egemen olmaktaydılar.