Mahallede havam süper, kedisi, köpeği olan var; ama koyunu olan ilk çocuğum ve çok karizmatiğim, Tarkan ile Kurt ikilisini bir nevi yaşıyor, yaşatıyoruz.
Babamın hayvan sevgisini de Bursa’da fark ettim. Özellikle oğlak çevirme, kuzu kapama, dana külbastı. Baharda tüm aileler, size anlattığım o sihirli ormanda oğlak çevirirlerdi olmaz böyle bir şey. Herkes mutlu, elektriği toprağa veriyorsun şahane rahatlık, şimdikiler bilgisayardan elektrik yükleniyorlar.
Reklam
Bir de babam 29 Ekim, 30 Ağustos, 19 Mayıs gibi millî bayramlarda, Bursa’nın merkezi Heykel’de yapılan büyük resmî törende, kürsüde kalabalıklara şiir okuma, nutuk atma gibi görevleri yapıyordu. O zaman çok hayran oluyordum. Düşün, sen sınıfta sözlüye kalkınca dizin titrer, adam binlerce insana mikrofondan bağırıyor, çağırıyor. (Kahramanlıkla ilgili konularda bağırmak gerekir.) Millette çıt yok ve o kadar fırçadan sonra, bitince, halkın alkış tufanı, olmaz böyle bir şey.
Bursa’da evdeki kitapların çokluğu dikkatimi çekti, evimizin her tarafı kütüphane ve kitaptı. Bugün çoğunu hediye ede ede 3-5 bin kitaptan 500 tanesi kalmıştır.
Bursa’nın dışında mahalle bittiğinde yemyeşil bahçeler, araziler başlıyor, biraz aşağıda Dobruca Köyü, onu geçtiğinde Uludağ’ın etekleri. Bir şehrin kıyısındasın, diğer yanın büyülü bir orman ve işin güzel yanı kötülük ülkeye inmemiş. Çocuğun sokakta istediğin gibi oynasın, karanlığa kadar. Kalbin küt küt atmaz.
1974’te Bursa’ya geldik. Eve hep mavi üniformayla gelen babam hâkî bir kıyafetle işe gidip gelmeye başladı. Öğrendik ki Hava Lisesi kapatılıp yerine Işıklar Lisesi açılınca babam ve arkadaşları Kara Kuvvetleri’ne geçmişler. Babamın Bursa’da ilk tuttuğu ev korkunçtu. Eski Garajlar’ın orada dar bir apartmanın beşinci katı. Müthiş bir araç gürültüsü, ki bu araçlar benzinle değil, kornayla çalışıyordu. Evin önünden trafik dörtle beş arası bir saatte kesiliyordu, o arada uyudun uyudun. İki ay dayanabildik. Babam Çekirge’de Kutluevler’de bir ev tuttu. Kutluevler, Güllü Sokak, Bahadır Apartmanı No: 4, Bursa. Cennet gibi bir yer.
Reklam
İzmir’den hatırladıklarım, akşamları eve zıpkın gibi gelen mavi üniformalı bir baba; Konya’daki, sabahlığı kadar pofuduk, seni çok dinleyen bir anne; müthiş çalışkan gerçekten örnek, dirayetli bir abla. Bir de peşinden ayrılmayıp, sevgiyle gözlerinin içine bakıp senden ağabeylik isteyen yüzünün güzelliğine hayran olduğum küçük bir kız kardeş.
Evde yatıya veya yemeğe hep misafirler olurdu. Şimdi kendime bakıyorum da gönlüm, evim, sofram hiç de babam ve annem kadar geniş değil. Yaşadığım evler iki, üç kat büyük ama kalbim onların onda biri kadar.
Reşadiye, 1749. Sokaktaki Yıldırım Apartmanı’na gittiğimizde o huzurlu eve ölümün girebileceğini hiç düşünmediğimi fark ettim. Amcamın bu yaşam tarzıyla normalde 150 yıl yaşaması gerekirdi.
Tembelliğiyle ilgili efsaneler ise şunlar: Suna Yengem bir gün çayını koyar, olur da üşenir diye, içine şekerlerini atar, kaşık da içinde getirir verir. Amcam bakar, “Çayımızı da kendimiz mi karıştıracağız” der.
354 öğeden 341 ile 350 arasındakiler gösteriliyor.