Nasıl Bakarsan Öyle Görürsün
Fransa'da, ağır işçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli,bir inşaat alanına gönderilir. Görevli, ilk işçiye sorar: "Ne yapıyorsun?" "Nesin sen, kör mü?" diye öfkeyle bağırır işçi. "Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi bir araya yığıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum. Bu çok ağır bir iş, ölümden beter." Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci işçiye yaklaşır. Aynı soruyu sorar: "Ne yapıyorsun?" İşçi cevap verir: "Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirebilmeleri için kullanılır şekle getirmeye çalışıyorum. Bu ağır ve bazen de monoton bir iş ama karım ve çocuklarım için para gerekli, sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi." Biraz cesaretlenen işçi üçüncü kişiye doğru ilerler. "Ya sen ne yapıyorsun?"diye sorar. "Görmüyor musun?" der işçi kollarını gökyüzüne kaldırarak, "Bir katedral yapıyorum. Bu hikayenin enteresan tarafı,her üç işçinin de aynı işi yapıyor olmaları. Görmeyi seçtiğiniz yol sizin tutumunuza bağlıdır. Bugün hava biraz bulutlu mu?,yoksa biraz güneşli mi? Güllerin dikeni var mıdır?, dikenli dalların gülleri mi?, bardağın yarısı boş mudur?, yarısı dolu mu? Yoksa bardak olması gerekenin iki katı büyüklükte midir? Seçim size ait.
Ne için varım?
Ancak bu soruyu kendisine hiç sormayanların ve bu sorunun cevabını bulup hakkını verebilenlerin mutlu olduğu bir şey yaşamak dediğin. ... İki cami arasında beynamaz, daimi huzursuzlar diye tarif edebileceğimiz bir üçüncü taifeden bahis açalım. Bunlar 'ne için varım' sorusunu kendisine soran ve fakat bu soruya bir türlü cevap bulamayanlardır. Yahut soruyu sorup cevabı bulup bir türlü o cevabın gerektirdiği gibi olamayanlar. Yahut bulduğu cevabın hakkını verişi ne yapsalar sürekli kılamayanlar. Med-cezir gönüllüler, dilemma ruhlular, çelişki yumakları, benim sevgili kardeşlerim. Gönülleri bırakmaz ki eşkıyalık etsinler, nefsleri bırakmaz ki evliya olsunlar.
Reklam
Ya inan, ya terk et!
Granada'nın düşmesinin ardından, 1499'da ayaklanan Müslümanlar yatıştırılamaz. Kardinal Cisneros'un sert metotları kısa zamanda tepki görür. Granadalılar da bu baskı sistemine aynı sertlikle cevap verirler. Albaicín'de bir ayaklanma çıkarıp Cisneros'un vekillerinden birini öldürürler. Ayaklanma ancak 1501 yılında bastırılabilir ve bu da Isabel ve Fernando'ya Müslümanlar için yeni bir düzenleme getirmek için bahane yaratır. 1501'de Granada'da, 1502'de ise Kastilya'da Müslümanlar için bir kanun çıkartılır. İki seçenekleri vardır: Sürgün ya da din değiştirme. İkisinden birini kabul etmemeleri halinde üçüncü seçenekleri her daim bakidir: Ölüm!
Ayak bizde kalmış :D hırsız BATI!
“San Marco'nun Atları. Her an aşağıdaki meydana atlayacakmış gibi duran bu dört paha biçilmez at, Venedik'teki pek çok hazine gibi, Haçlı Seferleri sırasında İstanbul'dan yağmalanarak getirilmişti. Yağmalanarak getirilen bir başka sanat eseri de kilisenin güneybatı köşesinde, atların altında duruyordu: Tetrark olarak bilinen, mor bir porfirdi. Heykel, on üçüncü yüzyılda İstanbul'dan getirilirken ayağının kırılıp kaybolmasıyla tanınıyordu. 1960'larda ayak, mucizevi bir şekilde İstanbul'da bulunmuştu. Venedik, heykelin kayıp parçası için istekte bulunmuş, Türk yetkililerse basit bir mesajla cevap vermişlerdi: Siz bizim heykelimizi çaldınız, biz de ayağı vermiyoruz.”
Altın KitaplarKitabı okudu
Okumanızı öneririm
Dün gece az uyudum. Meseleyi halledebilmiş değilim. Sekiz ay evvel derinleşmemizin ilk anlarında, tercih edilen renkleri konuşurken, ben yeşili de söylemiştim. “Ben de bayılırım yeşile” demişti. Dün bindiğimiz taksi yeni ve güzeldi. “Rengi yeşil olmasaydı...” dedi. Mordan nefretimi de hatırlaması lâzımdı. Sordum: “Mor olsaydı daha mı iyiydi?” Tereddütsüz cevap verdi: “Tabii...” Ya sekiz ay evvel yalan söylemişti: His birliği aldanışı vermek için. Ya dün yalan söylemişti: His kopuşu azabı vermek için. Yahut da hakikaten değişmişti. Birinci ve ikinci ihtimal: Fettanlık. Üçüncü ihtimal: İsyan. Dördüncü bir ihtimal yok. Hepsi fena. Bütün aşk, önünde beni aptallaştıran bir seraba dönüyor.
Sayfa 30 - ÖtükenKitabı okudu
Bir narın yüreğinde yaşıyordum. Bir nar tanesinin şöyle dediğini duydum: “Bir gün, ben bir ağaç olacağım ve rüzgâr dallarımda şarkı söyleyecek, güneş yapraklarımın üstünde dans edecek, ben de her mevsim güçlü ve güzel bir ağaç olacağım.” Bunun üzerine, bir başka nar tanesi konuştu: “Ben de senin kadar gençken, senin gibi düşünüyordum; ama olayları ölçüp biçip anlayabildiğim bugün, umutlarımın boş olduğunu görüyorum.” Üçüncü bir nar tanesi de dedi ki: “İçimizde çok parlak bir gelecek vaat eden bir şey görmüyorum.” Dördüncüsü şöyle dedi: “Hayatımızın daha güzel bir gelecek gibi bir hedefi olmasaydı, çok çekilmez olurdu.” Beşinci nar tanesi konuştu: “Daha ne olduğumuzu bile bilmezken, ne olacağımızı tartışmanın ne âlemi var?” Ama altıncısı cevap verdi: “Ne olursak olalım, var olmaya devam edeceğiz.” Bir yedinci ise şöyle dedi: “Her şeyin ne olacağı hakkında bir fikrim var benim, ancak sözle ifade edemiyorum.” Bundan sonra, sekizincisi, ardından dokuzuncusu, onuncusu, bir öbürü daha derken, tüm nar taneleri konuştular, ama ben bunca gürültü-şamata arasında hiçbir şey anlamıyordum. Böylece, ben, aynı gün, taneleri daha az, üstelik de her zaman sessiz olan bir ayvanın yüreğine taşınıp yerleştim
Reklam
896 öğeden 831 ile 840 arasındakiler gösteriliyor.