“Doyumlarımızın peşinden koşturup durdukça, hayata yapıştıkça, mutlu falan olmuyoruz; olsa olsa, mutluluğun yerine koyduğumuz birtakım hazların, gergin ve belirsiz dünyasında yaşayıp gidiyoruz.”
- Ulus Baker
Meydan saatlerini belli noktalara yerleştiren bilirkişiler, bunu yaparken, kent sakinlerinin yaşamlarını kolaylaştırmak amacını gütmüyorlardı kanımızca. Söz konusu olan, daha çok, zamansal sapmaları denetim altına almak; ya da başka bir deyişle, insanlara “zaman” diye bir şey olduğunu kanıksatmaktır. Tıpkı sözcükler gibi, saatler de duyurmaktan çok buyurmaya yöneliktirler.
Ulus Baker....
Yılmaz Güney sinemasının özelliği, eskiyle yeninin, feodal ile burjuvanın, ideoloji ile düşüncenin, bilinçle bilinç-dışının, bilinçlenme ile öncesinin ardışıklığını değil, saçmalık düzeyine varan biraradalıklarını sunmasıdır.
İnsan müzikle doğadan, yani "dışarısından" çok kendi kendini taklit etmektedir. Yaşamının, ça- lışmasının, emeğinin, küfredişinin, öfkesinin, cinsel hayatının taklidini yapmaktadır...
Sinema bir örtü gibi işleyen bir şeydir, projektör gibi işleyen bir şey değil. Bir yeri göstermek için işleyen bir şey değil, tam aksine sakladıklarıyla da, gözden sakladıklarıyla da var olan bir şey. Godard bunu daha da öteye götürüyor, sakladıklarıyla yok olan bir şey.