Münzevi kelimesini ilk olarak Misvak dergisindeki bir yazıda okumuş ve tabiatıyla anlamını bilmediğim bu kelimenin manasına bakınca kendimi görmüş ve vurulmuştum. Kendini görüp vurulmak... Keşke Yunus'un deyişiyle hakiki anlamıyla kendimi görüp vurulsam, bilsem. Umulur ki ufak da olsa bir adımdı o sözcük tevafuku. Aradan geçen yıllar münzevi ile karşılaştığım anı aklımdan silemedi. Ben, olmuş olsun diye değil; karakterim, hayatın beni - ittiği demeyeceğim - ilerlettiği yolum ve biraz da tercihimle bütünleşmiştim onunla. Kalabalığı sevmeyen, pek dostu olmayan, kyk bursundan biriktirdikleriyle aldığı kitapları ve filmleri arkadaş edinen üniversiteli bir genç olarak itiraf etmeliyim ki bunu biraz da havalı buluyordum. Gün kararıp gece çöktüğündeyse yatağıma geçtiğimde havam söner ve yerine daima orada olan ama köşeye itilen hüzün çökerdi bünyeme. O benim yastığımı pay ettiğim gözü yaşlı arkadaşımdı. Bana esas beni hatırlatan arkadaş; vurulan ben.
Sözdür uzar, kısası, ben bundan azad oldum. Vurulan ben yine var ve fakat bu daha büyük, pek büyük, çok büyük bir adım, hatta adım denmeyecek bir yükseliş olduğuna inandığım bir benle; onunla. İstemek büyük bir nimet, isteğin peşinden gitmekse ayrı bir nimet. Ne denli şükrünü eda ettim, ediyorum bilmiyorum ama istiyor ve arıyordum. Zaman su misali. İnsan da öyle, zamanda akıyordum ama bulamıyordum, halbuki hemen her yere yazdığım ve hemen her yerde söylediğim kadar bilmeliydim ki bulanlar arayanlardır.