Uzaklardan, frengi, yalnızlık ve dağların boğuntusundan kaçmak, denizin ve gökyüzünün sonsuz mavilikleriyle içimi doldurmak isterken bir kibar otelin banyo dairesinde, en mutsuz olduğum anda hayata gözlerimi kapamak, ne kötü bir talih oyunu idi! Hayır, ben yaşamalı idim. Ben yaşamak için kilometrelerce uzak yollardan geliyordum. Karanlıklardan ve içimdeki yalnızlık Şeytan’ının kuruntularından uzaklaşmak için yılların sabrına mal olan bir umut ve direnişle yola çıkmıştım. Ben yaşamaya en çok aday olduğum bir anda ölemezdim.
Sendin gökkuşağındaki yedinci renk
Sendin denizdeki uçsuz bucaksız mavilik
Sendin içimdeki ateş, yüreğimdeki sızı
Ve sana karşı koyulmaz hasretlikti gönlümde olan Masallarda adı geçen güzel sendin
Kafdağındaki zümrütü anka kuşu gibi
Bana benden yakın, bana benden uzak olan
Akşamları gökyüzümdeki yıldız sendin
Sendin
Bütün bunlara rağmen, bu ıssız adanın kimsesiz sakini, mağarasının içinden dışarıya doğru başını uzattığı vakit hiç sönmeyen bir liman fenerinin yeşil ve kızıl ışığını görüyor. Bu benim ümidimin ışığıdır. Benim ümidim… Yağını nereden alıyor? Fitilini kimler tazeleyip yakıyor? Bilmem, bilmem… Fakat, bu umut benim tek gıdamdır. Bu umut benim yaşama gücümün en son parıltısıdır. O söndüğü gün… İşte, bunu tasavvur edemiyorum. Yalnızlık dinmeyen bir sızıdır.
Gökyüzünü iyi bilirim
Her sabah yeni bir umut aşılar gözlerime ,
Hava biraz rüzgarlıysa ve telaşlıysa insanların kalbi ,
Güneş çoktan doğmuştur kentin esmer yüzüne,
Yağmuru iyi bilirim,
Çıtırdayan sessizliğimi bozan ,
Kirlenen düşlerimi paklayan yağmuru,
Binlerce zaafın kötümser hallerini aşındırır yağmur ,
Ki ben mevsimleri ezberledim ,bana bir bahar kadar yakın ,
Bir düş kadar uzak olan iklimler var ,
Her yalnızlık ayrı bir mevsim yaratıyor içimde ,
Her insan ayrı bir pişmanlıkla ağını örüyor üzerime ,
Öyleyse ne diye var insan ,ne diye yaşar bu yeryüzünde ,
Nasıl olurda sadece güzeli sever ,
Anladığım;
Kötü var diyemi anlaşıyor bu değerler,
Ya herkes kötü olmalı,
Yada herkes kör olmalı bu düzene.
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş