"Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur.
Bu bilinci paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız.
Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci, özgürlüğün de, demokrasinin de tek güvencesidir.
Bu güvence sağlanmadıkça, demokrasinin temeline tek bir taş bile konmuş olamaz.
Unutmayalım ki;
"cesur bir kez, korkak bin kez ölür".
Önemli olan,insanın böyle bir toplumda "mezar taşı" gibi
suskunluk simgesi olmamasıdır."
SORUMLU OLMAK...
Yirminci yüzyılda uygarca direnişin adıdır “medeni cesaret.”
Bu konuda çok zengin değil toplumumuz. Bir kaplumbağa gibi yaşamayı,
bir "sürüngen" gibi beslenmeyi, bir “yılan” gibi yükseklere tırmanmayı hüner
saymışız yıllarca. Sorumluluk pınarlarından, bilinç çeşmelerinden gürül gürül
akan kişilikleri, köhneleşmiş yasaların kıskacı altında yaşatmayı tek çıkar yol
bilmişiz yıllarca.
Karanlıklarla beslenen korkuları, bir tel örgü, bir dikenli tel gibi sarmışız dört
bir yanımıza. Yüreksizliğin özrünü bir parça da kendi küçücük dünyalarımızın mutluluğuna sığınarak gidermek istemişiz.
Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur.
Bu bilinci paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız.
Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci, özgürlüğün de, demokrasinin de tek güvencesidir. Bu güvence sağlanmadıkça, demokrasinin temeline bir tek taş
bile konmuş olamaz.
Unutmayalım ki “cesur bir kez, korkak bin kez ölür.”
Önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir “mezar taşı” gibi
suskunluk simgesi olmamasıdır.
Ama 60 yıldır, bizleri yönetme görüntüsü altında, bir zamanlar tüm dünyanın hayranlık duyduğu, Atatürk Cumhuriyeti’nin temeli olan devrimleri yozlaştıranların… gerçek bir Türk buluşu olan Köy Enstitülerine ve Halkevlerine kıyanların… kızların da gittiği yüzlerce “imam” okuluyla, sayısız Kuran kursuyla eğitim eğitim birliğini düpedüz rafa