"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kazandığınız mallar kesada uğramasından korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız meskenler; size Allah'tan, Resülü'nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ve sevgili geliyorsa o zaman Allah'ın sizin hakkınızdaki hükmünü bekleyin durun. Allah fasıklar topluluğunu asla hidayete erdirmez."[2]
Büyük müfessir İmam Kurtubi bu âyetin tefsirinde şöyle bir ifade kullanır: "Bu âyet; Allah'ı ve Resûlü'nü sevmenin farz olduğuna delildir ve bu konuda hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Ayrıca bu sevgi; her sevgi ve sevgiliden önce gelir. "[3]
Efendimiz'i (sas) sevmek, imanın tadını ve lezzetini elde etmenin en önemli vesilesidir.
[1] Ayette ifade edilenlerden ve sözün gelişinden anlıyoruz ki, Rabbimizin demek istediği "her şeyiniz, ama her şeyiniz" sevgide tercih meselesinin konusudur.
[2] Tevbe, 9/24.
[3] Kurtubi, el-Camiu li-Ahkamil-Kur'an, VIII, 165
“Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
kökten dallara yürüyen sular gibi
yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
yürürüm hüzün ve ağrılar çarelenir
dağların esmer ve yaban telaşından kurtula diye
torna tezgahlarında demir.
Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
yürürüm yürüyüşümdür yeryüzünün halleri
kanla dolar pazuları tarladakinin
hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm
yağlı kasketimin kıyısında nar çiçekleri.”
Bağdat'ta dirilirim, Şam'da vurulurum
Endülüs'te bir berberi çiçeğiyim
Kurtuba'da açarım
Ben
Küçük ve mavi gözlü bir balkan çocuğuyum
Topaçlarım dağıldı
Yüreğim dağlandı
Bosna'da bilge kralım
Mostar'da duru akan bir suyum
Şehr-i Filibe'den huşu ile Bursa'ya bakarım.
Ben
Kafkas doruklarında uçan bir
Kurtubi şöyle der: "Refah ve bolluk içerisinde yaşayan, toplumların hali budur. İzzet-i nefisleri kabardığı zaman harp isterler, savaş gelip çatınca da korkarlar ve tabitalarında bulunan korkaklığa boyun eğeler.
Kurtubi, Camiu'l- beyan, |||/245.
'Eğer Muhammed doğmamış olsaydı, tarihî durum onun yerine bir başka Muhammed çıkarıp getirirdi.' şeklinde ilkel bir determinist önermeyle veya düşük seviyeden bir Marksist formülle işin içinden sıyrılamaz tarihçi. Hayır, Muhammed doğmamış olsaydı, işler hiç şüphe yok ki çok farklı olurdu... Dicle ve Fırat kıyılarından Atlantik Okyanusu'na kadar yirmi memleketin Araplaşması, Kuzey Afrika'sı elinden gitmiş Latin Batı ile Arap olmuş Doğu arasındaki bağların kopması, Viyana önlerine dayanan Osmanlı İmparatorluğu'na kadar sayısız Müslüman devlet ve imparatorluklar, atlılar, denizciler, tüccarlar, korsanlar, sanatçılar, mimarlar, Kurtuba Camisi ve Taç Mahal hep Hz. Muhammed'den kaynaklanmaktadır.
Müslüman dünyasında da toplum sürekli olarak kendine benzeyen bir din ortaya çıkartmıştır. Üstelik ne bir çağdan bir çağa, ne de bir ülkeden diğerine asla aynı kalmamış olan bir din. Araplar zafer kazandıkları dönemlerde dünyanın kendilerine ait olduğu duygusunu yaşadıkları dönemlerde inançlarını bir hoşgörü ve açıklık ruhu içinde yorumlamışlardır. Sözgelimi Yunan, İran, Hint mirasının dillerine çevrilmesi konusunda geniş çaplı girişimlerde bulundular, bu da bilim ve felsefenin büyük bir gelişme göstermesini sağladı. Başlangıçta taklitleri kopya etmekle yetinildi sonra, astronomide, tarımbilimde, tıpta, matematikte yeniliklere cesaret edildi; günlük yaşamda yemek yeme sanatında, giyim kuşamda, saç biçiminde ya da şarkı söyleme sanatında da; hatta içlerinde en ünlüsü Ziryab olan moda guruları bile çıkmıştı.
Bu kısa bir parantez değild; VII. yüzyılla XV. yüzyıl arasında Bağdat'ta Şam'da, Kahirede Kurtuba'da Tunus'ta büyük bilginler, büyük düşünürler, yetenekli sanatçılar vardı; XVII. yüzyıla hatta daha ileri dönemlere kadar İsfahan'da, Semerkant'ta, İstanbul'da hala büyük ve güzel eserler vardı. Bu harekete katkıda bulunanlar sadece Araplar değildi. İslamiyet daha ilk adımlarından itibaren hiçbir engelle karşılaşmaksızın İranlılara, Türklere, Hintlilere, Bedevilere açılmışlardı; kimilerine göre ihtiyatsızca çünkü Araplar kendilerini yeniden istila edilmiş buldular ve fethettikleri imparatorluğun
İçinde iktidar güçlerini hızla kaybettiler. Bu, İslam'ın bayraktarlığını yaptığı evrenselliğin bedeliydi.