Eğitimci Memurlar 1816 yılında, Finlandiya’nın Rusya’ya ilhakı şartlarından olarak bu ülkeye yeni bir anayasa verilmişti ve Finlandiya Milli Meclisi yeni anayasa hükümlerine göre icra yapıyordu. Çar I. Alexandr, yayınladığı bildirisinde Rusya’nın idaresi altında bulunan Finlandiya’ya verilen anayasaya, gerek kendisinin, gerek de
Şiir seven kadına şiir bilen adam büyük nimettir. Gözlerine bakıp, ellerini tutup şiir okuyan sevgili ne güzeldir. O an zaman dursun istersin. Ama gökyüzündeki ama yeryüzündeki bütün şairlerin ölümsüz dizelerinde iki kişi kaybolmak istersin. Adam okumakla kalmıyor, hele bir de yazıyorsa şiiri, sesin soluğun kesilsin de sesi soluğu doldursun istiyorsun tüm kainatı.
Reklam
- İnsan borcunu paradan başka şeyle ödemeli. - Ne gibi şeyle Basil? - A, ne bileyim.. pişmalıkla, acıylar, şey.. düştüğünü anlamakla. - Ortaçağ sanatı güzeldir ama, aziz dostum, ortaçağ duyguları bayatladı artık. Romanlarda kullanilabilir bunlar, elbette. Çünkü romanlarda kullanılabilecek şeyler gerçekte artık kullanılmaz olmuş şeylerdir, inan bana, hiçbir uygar kişi zevkten dolayı pişmanlık duymaz; uygar olmayan bir kimse de zevk nedir bilmez.
Garip, ikili bir anlamı vardır gücün uygar kişi için: Güç, onun en çok elde etmeye çalıştığı şeydir; çünkü ancak onu harcayarak (bazen, çar-çur ederek) o ender bilinç anlarına ulaşabileceğini bilir. Gücü, sanki, hemen elinden çıkarmak, ondan kurtulmak için elde etmek ister -sanki, yorulmak için güçlü olmayı ister... Ölümü de bu çerçevede düşünmeye çalışır: En zor işini başardıktan sonra üzerine çökecek en büyük yorgunluk; en büyük dinlenme... Uygar kişi için huzur anıdır ölüm. Bu yüzden, XX. Yüzyıl insanlik ideali, uygar kişi için idealinin tam tersidir: En az yorulan, en az acı çeken insan... Hep güç biriktiren, hiç harcamayan insan... Cimri insan... Kendi dışına çıkmak istemeyen insan... Sonunda da, tükenmenin ödlek ölümü: Gücün, birikerek, yoğunlaşarak, bir parlak anda, cömertçe çağlaması değil; yavaş yavaş, damla damla, sıza sıza, ürkek ürkek, eriyip, yitip gitmesi. XX. Yüzyıl, üst anlamda, “karanlık çağ”dır.
Güçlü insandır uygar kişi böylece; bu yüzden de yorgun...
Uygar kişi saygılı insandır. Ama saygının çok özel bir anlamı vardır onun için: Saygı, büyüklüğü anlamaktır onun için. Uygar-olmayan insan ise, tam tersine, bu anlamda, saygısızdır büyüklük karşısında. Bu bakımdan uygar kişi, 'çağdaş' insandan (ki çağdaş insan özellikle saygısız insandır; hiçbir saygı nesnesi tanımaz, bilmez, anlamaz) çok, 'yabanıl' insana yakındır; onun büyüklük -ama anlamadığı; anlamağa, bir anlam vermeğe çalıştığı büyüklük- karşısında duyduğu korku, uygar insanın saygısına daha yakındır. 'Çağdaş' insan ise, hem 'kaygısız' ('korku'suz, 'endişe'siz, yani gelişigüzel) hem de saygısızdır: Ne anlamadıklarına aldırır ne de anladıklarına -tekdüze bir anlam-yoksunluğu üzre ömür tüketip durur. Ya da, ters taraftan, anlamanın büyüklüğü karşısında duyulan duygudur uygar kişinin saygısı -anlam büyüklüğü karşısında... Böylece de, yalnızca kişilere saygı duyar uygar kişi; bir kişinin gerçek bir yanını anlayınca, saygı duyar. Her bir insanın saygıdeğer olabileceği yollu kanısı, bütün insanları kaplayan düşünme biçimi, buradan kaynaklanır. Bilir ki, bilseydi, her bir insanda saygı duyacak bir yan bulabilirdi -anlayabilseydi... Ama tabii, bildiklerinin çoğunluğu, saygı duymasına engeldir.
Reklam
964 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.