brezilyalı bir yazar olan Clarice Lispector'u ilk defa okuyorum. Bence usta bir yazar, kitaba gelirsek macabea adında zayıf, hastalıklı çirkin , fazlası ile alık Brezilya'nın geri kalmış kuzey bölgesinden gelmiş bir kızdan bahsediyor. Saçma sapan teyzesi tarafından büyütülmüş, değersiz önemsiz biri olmuş, yazar hem Anlatıcı hem içinde gibi kitabın monolog bir şekilde hikayeyi anlatıyor. Hayatta olmayı mutluluk sayan fakir bir kız, gelecek ile ilgili hiçbir şey bilmiyor ummuyor . Biriyle tanışıyor sonra onu bırakıyor adam ,kızın umrunda olmuyor. Kızda kimsenin umurunda değil, sürekli radyo dinliyor radyo sürekli olarak isa'dan iyilikten falan söz ediyor. Hayat zengine güzel,üzülmek bile fakir için değil umutsuz hayatın da sadece yaşamak zorunda olduğu için yaşayan kızımız,bir gün falcıya gider , falcı sallar iki üç şey umut eder ve umut etmeden hayat biter. Kafka vari bir havası olan karanlık ama sıkmayan,kız öldü diye mutlu mu olmalı mutsuz mu diye düşündüren harika bir kitap şiddetle tavsiye ederim
İlk kitaptan sonra ikincisine geçmekte biraz geç kaldığımı belirtmek istiyorum... İlk kitabı çok hatırlamadığım için ikinci kitapta yavaş yavaş geçmişe döndüm, o anlar zihnimde canlandı. Bu kitap ilkinden de güzeldi. Kitabı özetleyecek olursak; İzmir, Ege’nin yanına, Fransa’ya geliyor ve bir süre orada kalıyor. Daha sonra öldüğünü sandığı
Hoparlörü eline alan bir sanatçıdan daha güzeldi sahneyi büyüleyen sesin.
Solmaya yüz tutmuş gecelerimi güzelleştiren şeydi büyüleyici sözlerin.
Duygulanarak baktığım hediyen, gecelerime tanıklık eden bir servetti.
Ben bilemedim kıymetini, sen üzülme sevdiğim.
Konuşmalarınla Akdeniz akşamlarına öğrettin narinliğini.
Kim bilir, uzaklardan gelecek
Birisinin ölümüne üzülmek bile, o kimse için bambaşka bir ölüm düşlediğiniz içindir. O nedenle, insan yaşamı yarıda bırakıp, başka bir şekilde çekip gitmelidir.
aslında “normal” sandığımız yaşamlarımızın her biri, ağır çekim yürüyen bir charlie yaşamı. önceleri bedenen beceriksizsin, kafan çalışmıyor ve başkalarının şefkatine muhtaçsın. sonra güçleniyor, daha becerikli oluyor ve akıllanıyor, bilgileniyorsun. daha sonra yeniden başa dönüyor, gündelik insani ihtiyaçların için başkalarına muhtaç hale geliyorsun, kafan karışıyor, anlamakta, algılamakta zorlanmaya başlıyor, unutuyorsun. yani aslında hepimiz charlie’yiz. charlie’ye acımak, üzülmek yerine kendimizin de tıpkı “yeni charlie” gibi ölmekte olduğunu fark edip, gücümüzün yettiği, becerebildiğimiz yapmış olmaktan mutlu olacağımız her şeyi vaktimiz varken yapmaya çalışmamız lazım.
Charlie her zaman çevresine ben bir insanım bana bir insan gibi davranın dese de maalesef insan olarak görülmüyor. Ve algernona başlarda ne kadar sinirlense de onu hiç unutmuyor..