Canım sağ oldukça rahmetli babam
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Ak sütün emziren ihtiyar anam,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Yerindedir daha aklım, iradem
Ve işte yeminim, işte ifadem!
İlk insan, ilk nebi Hazreti Âdem,
II
Benerci, Somadeva'nın odasından sokağa çıkınca, Roy Dranat'ın «akşamüstü serinlikte bir teferrüçten
dönerken» soğuk alıp zatürreeden öldüğünü duydu. Ve Roy Dranat'ın oteline gitti. Gördüklerini şöyle anlatıyor:
Girdim ki içeriye,
İsrâ ve miraç hakkında konuşurken genellikle meselenin kabuğuyla uğraşıp özünü kaybediyoruz. Mescid-i Aksa'nın neresi olduğunu tartışıyoruz, Efendimiz (s.a.v.) bedenle mi ruhla mı gitti diye soruyoruz, rüya mıydı gerçek âlemde miydi diyoruz, Cenab-ı Hakk'ı gördü mü görmedi mi diye sorguluyoruz. Hadi bu konular ilim ehli tarafından tartışılsın ama çoğu televizyonlarda, sosyal medyada, herkesin huzurunda, altyapısı olmayan insanların karşısında tartışılıyor. Böyle olunca da miracın ve isrânın vereceği mesajlar orta
dan kayboluyor. Bu mesajları daha iyi anlamak için isrâ ve miracın ne demek olduğunu iyice kavramamız gerekiyor; ben de beş tane kısa ama önemli tanım vermek istiyorum:
İsrâ, gece yürümenin; miraç, göğe yükselmenin adıdır.
İsrâ, gecelerin imarının; miraç, semanın ikramının adıdır.
İsrâ, beşeri gayretlerin; miraç, ilahi hediyelerin adıdır.
İsrâ, dünyadaki mescitlerin kıymetini; miraç, semadaki mekânların değerini öğrenmenin adıdır.
İsrâ, ilme'l-yakine ermenin; miraç, aynel-yakine ve hakka'yakine ermenin adıdır.
İlmel-yakin; ilimle bilmek, aynel-yakin; gözle görerek bilmek, hakkal-yakin; her şeyiyle bilmek, özüne vakıf olmak demektir. Dolayısıyla biz siyerin içerisinde isrâ ve miraç hadisesini konuşmaya başladığımızda bu bilgilerin hepsi zeminimizi oluşturmalı ki bazı şeyleri daha doğru anlayalım.
Muhammed (s.a.v.) davetinde sebeplere sarıldı. Ama Mekke'den Taif e, gitti orada çocuklarla beyinsizlerin ona yaptıklarından sonra, yüce Allah, iradesini yeniden güçlendirmek için onu Mescid-i Haram'dan Mescid-i Akså'ya gece yürüyüşüne çıkardı ve oradan göğe yükseltti. Resûlullah (s.a.v.) bundan sonra da Mekke halkını ve Mekke'ye gelenleri davet etmeye devam etti. Ama davetten yüz çeviriyorlardı. Nihayet Medine'den bir gurup geldi. Bunlar Resûlullah (s.a.v.)e biat ettiler. İşte bu olay hicretin ve İslamın zaferinin başlangıcı oldu. Resûlullah (s.a.v.)in, hayatını incelediğimiz takdirde bütün sebeplerin durduğu dönemlerle karşılaştığını bu sıralarda öldürücü bir ümitsizlik hissettiğini görürüz. Problemi çözmek için çeşitli yollara başvuruyor ama bir çıkar yol bulamıyor. İşte tam bu sırada bilmediği ve ummadığı bir yerden çözüm geliyor. O halde yüce Allah, mülkünü yonetmeye devam ediyor. Mü'min kişi tam ümitsizliğe kapılmışken O na siğınıyor ve huzur buluyor. Çünkü yüce Allah görüyor, duyuyor ve mülkünü her an için yönetmeye devam ediyor.