Yürümek, bir ayağınızı diğerinin önüne atmak mıdır? Attığımız adımların bir anlamı var mıdır? Yürümek sadece bir yerden bir yere bizi ulaştıran bir spor mudur?
Yürümek bir spor değildir. İnsanın yürüyebileceği sonsuz bir yol vardır. Bu kitapta Gros, yürümeye düşkün olan insanların gözünden bakıp, onların deneyimlerini bizlere sunuyor. Nietzsche’nin neden bu kadar iyi bir yürüyüşçü olduğunu, Rimbaud’un kaçma arzusunu, Henry David Thoreau’nun neden kendisini her şeyden soyutlayıp ormanda yaşamaya başlamasını, Rousseau’nun yürüyenin gündüz düşlerini, hacıların neden tavaf ettiğini ve Gandi’nin yürüme felsefesini öğreniyoruz.
Bütün gün yürüdükten sonra bacaklarını uzatıp dinlenmek, sade bir yemekle karnı doyurmak, hafif bir şeyler içmek ve tatlı tatlı çöken akşamı seyretmekle huzura ermiş bir bedene ulaşmış oluyoruz.
Yaşamlarımızı ofiste kapalı, klavye başında geçiren bizler dışarıda olan biten hayattan habersiz ekrana bağlı kalıyoruz. Ekranda değişecek herhangi bir sayıya, bir tabloya, bir grafiğe bağlıyız. Sonra akşam oluyor, işten eve doğru yola çıkıyoruz. Bu sefer bakışlarımız telefon ekranına kayıyor. Mesajlar, sosyal medya gözümüzün önünden akıp geçiyor. Eve geldiğimizde sırada televizyon vardır.
Dışarıda yağmur mu varmış, güneşmiş hiçbir şeyi fark etmeden sahi biz hangi zaman diliminde yaşadığımızı fark etmeden yürüdüğümüzün farkına nasıl varabiliriz?