Önümde iki bardak duruyordu. Birinde az su, ötekisinde çok su vardı. Az suyu olan bardak. sözde rakıydı. "Ne o? Artık rakıyı susuz mu içiyorsun?" diye şaştılar arkadaşlar. "Evet" dedim ve bitkinliğime karşın, politik bir yanı da olan küçük bir söylev verdim:
"Eskiden rakı böyle içilirdi. Çok küçük rakı kadehleri vardı. O küçük kadehten önce rakı içilir, üstüne soğuk su içilirdi. İngilizler, viskiyi susuz sodasız içerler. Ancak o görgüsüz Amerikalılar viskiye buzlu su ya da soda katar. 1940'lı yıllarda Missouri gemisinin İstanbul limanına demir atmasıyla birlikte, biz de onlara öykündük, rakımıza su kattık. Zaten biliyorsunuz, bizim yaşam biçimimiz, Missouri'den önce, Missouri'den sonra olarak ikiye bölünür. Missouri savaş gemisinden sonra, bizler milli içkimizin tadını bozduk. Ne var ki, dostum Cahit Kayra, bu yanılgıya asla düşmedi. Akşamları bir tek içer ama, susuz içer o teki. Ben de onun gibi yapacağım bundan böyle."
Ben ne okudum öyle?
Diyebileceğim tek sadece vay canına olabilir sanırım. O kadar ince ve zekice kurgulanmış ki ikinci ve sonraki bölümleri ağzım açık okudum diyebilirim. Gücünü, zekasını hafife aldığımız insanlar bazen hayatımızın en büyük şokunu yaşatır ya bizlere, kesinlikle bu kitabın önermelerinden biri bu olmalı. Diğerleri ise kadın kadının düşmanıdır ve kadının zekasından korkun.
Millie bir önceki kitaptan hayranı olduğum bir karakterdi zaten bu durum ikinci kitapta da aynı şekilde devam etti. Yardımsever, korumacı ve şiddete sessiz kalmayan, hemcinslerini korumak uğruna gerekirse kendini yakmayı göze alabilen mükemmel bir karakter. Keskin zekalı ve kesinlikle üst düzey öngörü ve his yeteneğine sahip, takdir edilesi bir kadın örneği.
Ancak kadın kadının düşmanı derler ya işte burada Wendy devreye giriyor. Bu konuda kendimi enayi gibi hissediyorum. İlk bölümde onun yaşadıkları yüzünden çok üzülmüştüm. (Lanet olası kadın ben ve Millie sana inanmıştık.) Oysa görünen sadece buz dağının çok çok küçük bir parçasıymış, okumuş oldum. Nefes kesen bir kurgu, ince ince oya gibi işlenmiş ve tam ters köşe detaylara sahip bayıldım!
Kesinlikle okunmalı, okutturulmalı ve kimsenin görünüşüne aldanarak zekasını küçümsememeli.
Unutmayın kadınlar tehlikeli varlıklardır. Akıllı kadınlar ise....
Evet , yine öyle hissettiğim bir zamandayım : Hayattan çok şey istemeden çok şey istediğim o zaman . Az ve öz olanı istiyorum , istediklerim net ama bu netliğe giden her yol çok belirsizdi . Hayat büyük bir labirent ve ben nerede çıkmaz var kendimi orada buluyorum . "Çıkmaz sokakta geri adım atmak ilerlemektir" diye bir alıntı okudum ; nereden biliyoruz geriye attığımız o adımın bizi bocalamayacağını ? Sezen Aksu bir şarkısında " Zamanı ziyan etmişiz bu kaybın adı mı kader ?" diyor. Kendimi büyük bir zaman kaybı olarak gördüğüm gerçek ya da kendimi iyileştirmek için yaptığım diğer bütün şeyleri . Nasıl olsa bir yerlerde "unutmasan bile alışıyorsun" laflarını sürekli tokat gibi yiyoruz .
“Ben yine de derim ki, bütün yaşamını bir kadının aşkı uğruna bir karta dayandıran ve bu kart elinden alındığı zaman da gevşeyip hiçbir şey yapamayacak hale gelen bir erkek, erkek değildir.”
Japon edebiyatı okumaya başlayalı henüz bir yıl oldu. Yıllar evvel okuduğum Japon Masalları derlemesini saymazsak eğer, okuduğum ilk kitap Natsume Soseki'nin Üç Köşeli Dünya romanı idi. Ardından Matsuo Başo'nun Kuzeye Giden İnce Yol'unu okudum. Ve şimdi üçüncü kitabımı bitirmiş bulunmaktayım
Galaktik Trenyolu'nda Gece Vakti, okurken en keyif aldığım kitap oldu Japon edebiyatında. Öncelikle çok sevimli bir hikâyeydi; Samanyolu'nu konuşarak başlıyordu. Ardından sürpriz bir yolculuk başlıyor ve Küçük Prens'te olduğu gibi farklı kişilerle tanışıyoruz. Yer yer harika bir manzara anlatıyor, yeri geliyor "Acaba mı?" diye çeşitli sorular sorduruyor. Yalan yok, bu soruların bazıları hüzünlü sonlara çıkıyordu ki kitabın sonunda üzüleceğim diye biraz korktum. O kadar güzel bir yolculuktu ki kötü bitsin istemedim. Aklımda hep güzel kalmasını umdum. Nihayetinde öyle de oldu. Kitabı kapattığımda çeşitli duygular içinde olsam da mutlu bitmişti yolculuğum.
Eğer Japon edebiyatına ilginiz varsa, okumak niyetindeyseniz ama ilk ne okuyacağınızı bilmiyorsanız bence başlangıç için harika bir kitap. Ben çok beğendim.
Evet, unutmadan şu incelemeye başlayayım da sonra hatırlamıyorum. İsmi çok bana hitap etmese bile alıntılar vesilesiyle başladığım bir kitap
Baştan Çıkarma Sanatı yani genel olarak gerçekten alıntıları dikkatle inceleyip, okuyup, bir kenara yazıp sonra mutlaka değerlendiren bir insanım.
Gelelim kitaba, galiba bu kitabı şeytan yazdı başka açıklaması olamaz başlangıçta eğlendim ama sonrasında gerçekten kötücül hissetmeye başladım ve yoruldum. Bana göre sevgi çabasız olmalı işin içinde çaba varsa içten pazarlıklı olmamak imkansız gibi bir şey. Kitapta yazılanlar için konuşursam kesinlikle çok doğru noktalar, çok doğru tespitler vardı ama psikolojide bunları manipülasyon, narsisizm, borderline gibi isimlerle anıyoruz. Aslında kitabın adı Manipülasyon Sanatı da olsa olurdu.
Yazanlar zaman zaman uyguladığımız şeyler ama çoğu da asla uygulamayacağımız şeyler. Dediğim gibi başlangıçta zekice yazıldığını düşündüğüm bu kitap sonrasında aşşırı çalışan bir beynin eseri gibi geldi. Ben okurken yoruldum o yazarken kim bilir neler hisseti. Yine de kitabı beğendim sadece fazla
uzamıştı sonraki kısımlar biraz tekrardı benim için yine de tavsiye ederim.