Ah, gümüşi ay ışığım.
"Ona âşık olmuştum. Onun uğruna o an orada canımı verebilirdim. Muhteşem bir adamdı. Şeyh Muhammed. O benimdi. Simsiyah bıyıkları, gür sakalları vardı. Ve de kıpkırmızı dudakları."
Sayfa 103 - Koridor YayınlarıKitabı okudu
"Asıl tuhaf olan sen ve senin gibiler, güzellik yüzyıllarca farklı algılanmış... Mesela I930’larda balık etli, kısa kıvırcık saçlı kadınlar güzel bulunurken, 30’larda fazla zayıf, uzun saçlı kadınlar daha güzel bulunmuş... Yani güzellik o kadar farklı ki. seni şu an güzel bulanlar belki de senin şu anki görüntünü yıllar sonra beğenmeyecekler, hani an tek tutunduğun şey olan güzelliğin sadece algısal... Onu demek istiyorum. Yaprak...Onun güzelliği ise evrensel. Kaç yıl geçerse geçsin modası asla geçmeyecek bir güzelliğe sahip. Çünkü o, olduğu gibi... içinden geldiği gibi giyiniyor, içinden geldiği gibi davranıyor, kendi için yemek yiyip kendi için yapıyor her şeyi. Mesela, karşımda iki tabak mantıyı yerken iştahını bir görsen... O zaman güzel. Sıkılınca halıda yuvarlanıyor. O zaman da güzel. Hatta bazen benim pantolonlarımdan giyiyor öylesine. Canı istiyor çünkü. Belinden düşüyor... Çeke çeke dolaşıyor. O zaman da güzel, grip olunca sürekli burnu akıyor, burun kenarları kıpkırmızı oluyor. Daha güzel... Küfrediyor güzel, sinirleniyor güzel, ağlıyor güzel... güzel işte anasını satayım. Tuhaf değil, güzel. Senden güzel. Sizden güzel. Herkesten güzel. Bana göre o en güzeli. Tamam mı? ' Yataktan sinirle kalktı Ali. Ona şaşkınlıkla bakan Bade'ye gülümsedi. Eliyle sol yanağında oluşan gamzesini işaret etti. "Burası onun." Yanağını işaret eden parmağını göğsünün soluna indirdi. "Burası da." Son olarak şakaklarına bastırdı parmağı. "Burası da... Tamam mı? Ve asla başkası bunlara sahip olamayacak. Ben şimdiden diyeyim de... Neyse, iyi geceler.
Sayfa 213Kitabı okudu
Reklam
Tamam ALİKUŞUM. :)
"Gerçekten tam anlamıyla bir buz prenssin.Erimeyeceksin asla değil mi ?" ''Hayır, fazla eridim birine, ondan böyleyim .” ''O kız değil mi? Şu sürekli yanınızda gezen.. . ' ''Çok mu belli ediyorum uzaktan ?" dedi Ali hafiften gülerek, ''İnkar etmeyeceğim. ” ''Gerçekten anlamıyorum seni," dedi Bade yatağın diğer
Shasta o an kıpkırmızı kesildi ve yıldırım hızıyla konuşmaya başladı. “Bana bak Aravis” dedi, “Umarım seni etkilemek, farklı olduğumu göstermek ya da o türden bayağı şeyler yapmak için bu halde geldiğimi (borucu ve diğerleriyle) düşünmezsin. Bana kalsa eski giysilerimle gelmeyi tercih ederdim fakat onları yaktılar. Ayrıca babam dedi ki—” “Baban mı?” dedi Aravis. “Anladığım kadarıyla Kral Lune benim babam” dedi Shasta. “Bunu tahmin etmeliydim; Corin’in bu kadar bana benzemesi… Anlayacağın, biz ikiz kardeşleriz. Ah, hem benim adım Shasta değil, Cor.” “Cor, Shasta’dan daha iyi bir isim” dedi Aravis.
Doğan Egmont YayıncılıkKitabı okudu
Belki de gelecek için çabalarken şimdiyi öldürüyoruz kendi ellerimizle?
"Onu sattığımız gün bir tüfeğim olacak," dedi, incinin parıldayan yüzeyinde tüfeğin görüntüsünü aradı ama göre göre yere yığılmış, boğazında ışıl ışıl kanlar sızan bir karaltı görebildi. "Nikahımız büyük bir kilisede kıyılacak," dedi çabucak. Ve o an incinin yüzeyinde berelenmiş yüzüyle gece yarısı eve doğru sürünen Juana'yı gördü. "Oğlumuz okuma yazma öğrenmeli," diye haykırdı çılgınca. Ve incide, Coyotito'nun ilaçtan şişen, kıpkırmızı kesilen yüzü belirdi.
Bu noktada Kont, "Ama..." diye ekledi. "Ama... eğer hayatta kalırsa ve yeniden bir araya geldiğinizde aşkına karşılık vermezse ne yapacaksın?" "O zaman..." Larmica bir an bile duraksamadan cevap verdi. Tüm vücudundan sevinç ateşi fışkırıyordu. Gözleri alev alev parlasa da tutkuyla nemleniyor, kıpkırmızı dudakları hafifçe aralanmış, ıslak ve kaygan dili kendi iradesi varmışçasına dudaklarını yalıyordu. "Bu sefer onun işini bitirirsiniz. Kalbini söküp boynunu koparırsınız. O zaman, o adam tam anlamıyla benim olur. Ve ben de onun olurum. Kesiklerinden süzülen tatlı kanı yudumlar, kuruyup solmuş dudaklarını öptükten sonra kendi göğsümü kesip açar, asilzadelerin sıcak kanını onun boğazından aşağı dökerim."
Reklam
Ömrümün en uzun, en bitmez yolculugunu yaşıyordum. Otobüsün penceresinden hızla akıp giden manzarayi, kayıp giden hayatıma benzettim. Akıp giden zamana dur diyemiyordum ve hayatım avuclarimin arasından kayıp giderken sadece izlemekle yetinmek zorundaydım. Yol boyuna o kadar ağladım ki, bir ara mola verdiğimiz otogarda kendime baktığımda ağlamaktan kıpkırmızı olan gözlerimi gorunce bir an kendime gelmem gerektiğini animsayip toparlanmaya calistim.
Ben... siz yokken kitabınızı okumaya başladım. Bunu yavaşça, tatlı, içime işleyen bakışlarını gözlerime dikerek söyledi ve kıpkırmızı kesildi. — Ya, öyle mi? Ee, nasıl, beğendin mi? Yüzüne karşı övülen yazarın mahcupluğunu duyuyordum. O an onu öpmek istiyordum. Ama yakışık almazdı bu. Nelli bir süre sustu. Sonra, derin bir kederle beni süzerek: — Neden, neden öldü? diye sorup gözlerini yere indirdi. — Kim öldü? — O genç, veremli... hani kitaptaki? — Ne yapalım, öyle gerekiyordu Nelli. — Hiç de gerekmiyordu.
Yeni dünyamızda hepimizin dürüst, çalışkan olması beklenirken, ben şeytana uyup durugörümün eriştiği noktayı Şefimden saklamayı düşündüğüm için ki bizler, on iki yaşına kadar okullarda güne doğruluktan ve dürüstlükten asla ayrılmayacağımıza dair yeminle başlardık- utandım; yüzümün kızardığını, kulaklarımın yanmaya başladığını hissettim. Hatta o an uçlarının kıpkırmızı olduğuna emindim.
Allah'ı sevmenin mükemmel bir tarifi...
"Bir gün dedeme çocuk aklımla 'İnsan Allah'ı nasıl sevmeli dede, ne kadar sevmeli' diye sordum. "Nefesini tut" dedi bana. Anlamaz bir bakışla baktım dedeme. "Nefesini tut ve nefes alma" diye tekrarladı. "Peki..."dedim ve nefesimi tutmaya başladım. Saate bakmayı akıl etmemiştim ama sanırım otuz saniye kadar olmuştu ve artık zorlanmaya başlamıştım. Dedem nefesimi bırakacağımı anladığı an iki eliyle burnuma ve ağzıma yapıştı. Artık nefessiz kalmayı ben tercih etmiyordum. Nefesim tükenmişti, dedemin kocaman ellerinin arasında ağzım burnum tıkanmıştı, ne olduğunu anlamamıştım. Nefes alamıyordum, ciğerlerim yanmaya başladı. Çok kötü oldum. Başımı kaldırdım sulanmaya yakın gözlerimle dedeme baktım. Sonunda dedem ellerini çekti. Bu yaşıma geldim ama hâlâ o gün yaşadığım o birkaç saniyede ki havasızlığı unutamıyorum. Hayatımdaki en derin nefesleri dedem ellerini yüzümden çektiği an aldım. Birkaç dakika sadece nefes alıp verdim. "Dede ..." dedim, yüzüm kıpkırmızı... "Az önce nefessiz kaldığında, en çok neye ihtiyacın vardı?" diye sordu dedem. "Ellerini yüzümden çekmene, nefes almaya yani, havaya " "Peki ne kadar ihtiyacın vardı havaya?" "Dede ölmek üzereydim baksana" dediğimde ancak çok sonra anlayıp kavrayabileceğim o cevabı verdi bana: "İşte Allah'a da o kadar ihtiyaç duymak ve o kadar sevmek gerekiyor oğlum...
Sayfa 33 - Destek Yayınları
138 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.