1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı
Yüzüne yansıyan memnuniyet ifadesiyle “Tamam tamam!” dedi Önder. “Kafam birçok şeyle meşgul! Unutmuşum. Demek projemizin ilk test aşamasını beklentilerin üzerinde bir başarı sağladı öyle mi? İyi iyi!” dediği sırada Önder’in yüzünde pek nadir görülen gülümseme ifadesi tekrar belirdi. “Evet evet!” dedi Başdanışman. “Projemiz, Halk Direniş Şehir Tankı her türlü saldırıya karşı oldukça dayanıklı bir araç oldu. Yani taş, sopa ve Molotofkokteyli gibi yanıcı cisimlere karşı da tam koruma sağlıyor. Karşı saldırıda ise tazyikli su fışkırtarak direnişçileri geri püskürtmede oldukça başarılı… Biber gazı gibi gaz kapsülleri ve fişekleri araçtan rahatlıkla direnişçilerin üzerine fırlatma özelliği de mevcut… Bu araç direnişçilerin tam bir baş belası olacak.” dedi gülümseyerek… Önder, bir anda Başdanışmana patlayarak, “Karşıma geçmişsin, pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun öyle!” dedi sert bir ifadeyle… “Gülme lan! Ne var bunda gülünecek?” Bitmek bilmeyen öfkesiyle, sözlerine şöyle devam etti: “Bunlar aşağılık! Bunlar terörist! Bunlar eşkıya! Bayram kutlayacağım bahanesiyle aziz halkımızın ortak iradesine yani bize karşı başkaldırıyorlar. Onlar kim oluyorlar ki benim otoritemi sorguluyorlar. Aziz halkımın iradesini sorguluyorlar. Bütün bunlar Muhalif Kerim’in hastalıklı söylemlerinden başka bir şey değil… Ve İnsanların aklını bulandıran söylemlerinin sonucu-dur.” “Evet, biliyorum!” “İşçi sınıfının bayramı mı olur? “Hiç?” “Hiç öyle şey olur mu?” “Patronların bayramı olur.”
Sayfa 63 - İKİNCİ BÖLÜM - BİLİNÇALTINDAKİ KÂBUS
— Bilim de Tanrı’ya şükür ki dönemini kapattı, der Mihail Fyodoroviç ve duraklayarak anlatır. O da şarkısını söyledi, sahneden indi. Öyle... İnsanlık onun yerine başka bir şey koyma ihtiyacı hissediyor artık. Batıl inançlar bataklığında yeşermiş, o bataklığın suyundan beslenmiş olan bilim artık ömrünü tamamlayan ataları gibi, yani simya gibi, yani metafizik ve felsefe gibi batıl inançlardan ibaret bir Quinta Essentia’ya24 sahip. Hem zaten şunu da sorgulamak lazım: Bilim, insanoğluna ne vermiştir? Öyle değil mi?.. Avrupalı bilimcilerle bilim adına hiçbir şeyleri olmayan Çinli bilginler arasındaki fark yok denecek kadar azdır; tamamen görünüşten ibarettir. Çinliler anladığımız anlamda bilimden yoksundular da ne oldu, ne kaybettiler?
Reklam
Yunus'un, Vilâyetnâme'de Hacı Bektaş-ı Velî'nin huzuruna gidişi anlatılırken şöyle deniliyor: "Hacı Bektaşi Veli, Horasan diyârından Rûm'a gelip yerleştikten sonra veliliği ve kerâmetleri etrâfa yayıldı. Her taraftan mürid ve muhibler gelmeye, büyük meclisler kurulmaya başlandı. Fakir halli kimseler gelir, nasib alır
Edep ve Adalet
Bir gün medresedeki büyük talebeler, kendilerinden küçük talebelerin gereği gibi hizmet etmediklerinden, tam saygı göstermediklerinden şikâyetçi oldular. Seyda'mızın en önemli yardımcıları olan bu büyük talebeler meseleyi Seyda'mıza açtılar. Maksatları, Molla Abdulhalim'in, küçüklere kızmasını ve büyüklere hizmette kusur
Sayfa 60 - Mevsimler KitapKitabı okuyor
Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
"Benim burada ne işim var?" diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onları.Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
Sayfa 59 - Domingo YayınlarıKitabı okuyor
... Bilir misin ki bu alaylar benim çok işime yaradı ve beni mizah yazarı yaptı. Benim gülmece yazarı olmamın başlıca nedeni, on bir yaşındayken sınıf arkadaşlarımın benimle "Kart" diye alay etmeleridir... Tıpkı hayvansı bir savunma gibi, kendimi savunmanın yıllarını buldum. Bu da şuydu: 1- Benimle alay edenlere aldırmaz görünmek değil, gerçekten aldırmayacaktım. 2- Bundan da önemlisi, ben herkesle alay edecektim. Öyle de yaptım. Hepsiyle, bütün arkadaşlarımla alay ettim. hepsine lakaplar taktım. Zeki çocuk olduğum için de zehir gibi alay ediyor, onları alaylarımla korkutuyordum. Artık hiçbiri benimle alaya yüreklenemedi. İşte çocukluğumda kendimi korumak için başladığım ve sürdürdüğüm bu alaycılığım gittikçe gelişerek, bana yaşamımı kazandıran, geçimimi sağlayan, bugün sizleri de Avrupa okullarında yarayan bir iş, bir uğraş oldu; tanınmış bir gülmece yazarı oldum böylece.
Sayfa 164
Reklam
"Xezebo... Xezebo... Ma vesnayme çêvesayî... Söyle Beyaz Dağ, gözlerin bunca yası neden kuşanmış? Neden böyle içli, hüzünlü kirpik uçların? Neden damla damla akıyorsun yamaçlarına? Hangi karanlık eller kıydı yıldızlarına? Kimler kanattı kır çiçeklerini? Sanki ağlarken dahi güzeldin, ne oldu sana böyle? Nergisleri doğururken ne de mutluydun. Sana sığınanlara kol kanat olamamanın yası mıdır suskunluğun? Ey masum sevdaların yuvası, ey eşsiz acıların tanığı, ne olur boynunu böyle büküp bakma bana. Ciğerimi parçalama, ne olur hıçkırıklarını gizleme benden. Kaç bebeğin taze kanıyla sulandı berfinlerin. Şimdi bu tarifsiz yaralarını kim saracak? Söyle Beyaz Dağ, kim acına ortak olacak? Kim gözyaşlarını silecek, kim? Ey Beyaz Dağ! Bak şu çıldırmış rüzgârla esen kan, et ve kemik kokusuna. Şu delirmiş kara kara akan bulutlara ve dilsiz uçurumlara. Öyle sessiz sessiz ağlama benim gibi, ses ver bana, el ver acılarıma..." Daha fazla sürdüremedi ağıdı, yalnızca "Xezebo... Xezebo" diye diye boğazı kurudu, tıkanıp kaldı, durdu...
“Benim burada ne işim var?” Diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerinin arasından arada bir görüyorsunuz onları. Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim??
Sayfa 59 - DomingoKitabı okuyor
"Benim burada ne işim var?" diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim? Not: Kedim öldü de.
Sayfa 59
Güneşten ağır ağır gölgeye geçilir gibi, pek de anlamadan akşam olur gibi, ışıklı, neşeli bir yüzden kederlere geçti Aziz Bey. Kederli bir mazisi oldu. Burnu havada, başı dikti hep. Başka türlü yaşamayı beceremediyse de, o gece Haliç’in kirli sularına bakarken anladı ki aslında hep öyle sanmış. Oysa şiddetle yanılmış. Ve yine anladı ki hayatı zaten tümüyle bir yanılgıymış.
Sayfa 12 - Can Yayınları, 22.BaskıKitabı okuyor
Reklam
Şeyh Abdülkadir Geylânînin şeytana galip gelmesi;
Şeyh Abdülkadir Geylânî şöyle demektedir: "Bir keresinde ibâdet ediyordum. Üzerinde nur bulunan büyük bir arş gördüm. Bu nur bana seslendi: "Ey Abdülkadir! Ben senin Rabbinim, başkalarına haram kıldıklarımı sana helâl ettim." Cevap verdim: - Sen, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'sın öyle mi? Defol buradan ey Allah'ın düşmanı! Bunun üzerine bu nur darmadağın oldu ve kopkoyu bir zulmete dönüştü. Arkasından da şöyle seslendi: - Ey Abdülkadir, benden dinindeki fıkhın (kavrayışın), ilmin ve ulaştığın mertebeler sayesinde kurtuldun. İnan ki, ben aynı şeyle yetmiş kişiyi saptırdım. Abdülkadir Geylânî'ye soruldu: - Onun şeytan olduğunu nasıl bildin? Cevap verdi: - Bana "Başkalarına haram kıldığımı sana helâl ettim" demesinden... Çünkü biliyordum ki, Hz. Muhammed (s.a.v)'in şeriatı nesholunmaz ve değişmez. Bir de onun "Ben senin Rabbinim" deyip de "Ben, zâtımdan başka ilâh olmayan Allah'ım" diyememesinden..."
.."Senin avradını şöyle şöyle yaparım", dedi. Kadının kocası da, "Ben de senin avradını..." diyerek adamın yakasına yapıştı. Burada noldu biliyor musunuz, kadın araya girdi, kocasına. "Sen deli misin, bana ne yapabilir o?" diye bağırdı. Ama kadının kocası, öyle bir bağırış bağırdı ki, "O sana birşey yapamaz, ama, ben onun karısını şaparım dedi. Kadının kendi namusu ortaya atıldığı halde kocasını kurtarmak için hiç kızmamış göründü. Ayrıca, kendi kocası başka kadınla ilgi kuracağı için de hiç kıskanmadı. Ve böylece kadın, bir durak insanın önünde aşağılanmış oldu. Ama öteki kadınlar kadına, "Bravo, bir cinayeti önledin" dediler. Oysa ki oradaki kadınlar da aşağılanmışlardı, bunun farkında değildiler.
kadınlar,kuruntular ve muhtemel ilişkilerin hazin sonu….
Delikanlı birdenbire bir şey anlamamıştı: - Şimdi böyle mi oldu? dedi. - Onu size sormalı. .. Nasıl olduğunu elbette siz benden daha iyi bilirsiniz. - Lakin söylediklerinizden bir şey anlayamıyorum. - Tabii anlamazsınız, anlamak istemezsiniz ... Çünkü bu işinize gelmez. - Lakin rica ederim, bana bunu izah ediniz. Emin olu­nuz ki ne demek
Anlayabildiniz mi?
Ufak tefek görünüşüme aldanan bir kadın, beni annesinin keyfi bitsin diye beklerken uyumak üzere olan bir çocuk sanarak, yuvasına inen bir kuş hareketi ile yanıma geldi. Bir kadın kokusuyla doldum bir anda, öyle bir koku ki, daha sonra doğu şiiri ruhumda ışıl ışıl nasıl yandıysa o da öyle yandı. Gelene baktım ve gözlerim şenlikten duymadığım bir derecede kendisine bakmaktan kamaştı. O benim bütün şenliğim oldu. Bundan önceki hayatımı anladınızsa, yüreğinden hemen fışkıran duyguları da anlamışsınızdır.
Gerçi insan da dünya istenildiği gibi bir yer olmadığı için yaşayabiliyor, kendine böylece fazla kusur yüklemeden yaşayabiliyor. Daha kötüsü olsa insan kendini mi sever? İnsan zaten kendini sever. Kim onu bu sevgiden vazgeçirmeye çalıştıysa sevilmeyen o oldu, insan kendini sever ve bunu sabitler. Her günü yeniden inşa etmese de inşaatı denetler.
Sayfa 198Kitabı okudu
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.