Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İbni Ömer (ra)'den Rasulullah Efendimiz şöyle buyurdular: Cuma günü veya cuma gecesi ölen her Müslümanı, Allah kabir azabından korur ( Tergib ve Terhib Hadis kitabı cilt 7 sh 80)
Abdullah ibni Abbas (ra), taatler ve masiyetler için şöyle der: "Taat; yüze güzellik, kalbe nur, bedene kuvvet ve müminlerin kalbinde sahibine sevgi olarak karşılık bulur. Masiyet; yüzde çirkinlik, kalpte karanlık, bedende zayıflık ve müminlerin kalbinde sahibine buğz olarak karşılık bulur."
Sayfa 273Kitabı okudu
Reklam
Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail arasındaki 1000 altın olayı
Yavuz Sultan Selim, babasının zamanında Trabzon valisi iken bir derviş kıyafetine girip İrana gider; kasdi o memleketin ahvalini gözüyle görmektir. Tebriz şehrinde misafir olduğu handa satranç oynayıp herkesi yenmeğe başlayınca satranç meraklısı Şah İsmaile haber verilir, o da dervişi huzuruna davet eder. Sultan Selim ilk oyunda hatır sayarak yenilir, fakat ikinci oyunda Şaha aman vermeyip mateder. Şah kızar ve elinin tersile dervişin çıplak göğsüne vurarak: - Bre derbeder Aşık! Hiç Şah olanlar mat edilir mi? Edebin yok imiş! der ve Şehzadeye 1000 altın ihsan eder. Derviş huzurdan çıkıp ata bineceği sırada o 1000 altını kesesiyle beraber kimseye göstermeden binek taşının altına saklar.Aradan yıllllar geçip de Yavuz Selim Padişah olduktan ve Şah İsmaili Çaldıranda mağlup ederek Tebriz şehrine girdikten s on ra Şah sarayına gider ve Sekbanbaşı Bal yemez Osman Ağaya: - Osman Ağa!.. Şu kapı eşiğinde Şahın ata bindiği taşın altında kendi elimle konmuş bin altın vardır, helâl maldır, sana hediye ettim! Der. Herkes hayretle bakışır. Osman Ağa taşı kaldırır.. Kesesi çürümüş, bin altın bir kor yığını halinde dururmuş. Balyamez Osman Ağa bu fıkrayı anlatırken hüngür hüngür ağlarmış.. - O zamana kadar bir hikâye sandığımız satranç kıssası meğer hakikat imiş.. dermiş
İbrahim et-Teymi (ra) diyor ki: "Rebi' b.Haysem ile yirmi senelik dostluk etmiş birinin bana,Rebi' hakkında, 'Yirmi senelik süre zarfında,onun ağzından ayıplanacak bir söz işitmedim' demiştir." Musa b.Said (ra) anlatıyor: Hz.Hüseyin (ra) şehit edildiği zaman Rebînin dostlarından biri, "Rebî konuşursa bu gün konuşur" diyerek onun yanına gitti.Rebïin kapısına vardı ve Hz.Hüseyin'in şehit edildiği haberini verdi.Rebî başını göğe doğru kaldırarak şu ayeti okudu: "Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin." (Zaimer 39/46) Bundan başka bir şey demedi.
Rebi' b.Haysem (ra) sabah kalktığı zaman yanına bir kağıt kalem alır ve gün içinde söylediği sözleri ona yazarmış.Daha sonra akşam olduğunda onları okuyarak nefsini hesaba çekermiş. İşte,zühd ehli kimselerin ameli böyleydi.Onlar dillerinin boş sözlerle oyalanmaması için son derece titiz davranırlardı.Dünyada nefislerini hesaba çekerlerdi.Her müslüman böyle olmalı ve ahirette hesaba çekilmeden önce dünyada nefsini hesaba çekmelidir.Çünkü dünya hesabı ahiret hesabından daha zahmetsizdir.Dünyada dile hâkim olmak ahirette pişman olmaktan çok daha kolaydır.
Ya'la (ra) anlatıyor: "Zahidlerden Muhammed b.Sûka'nın ziyaretine gittik.Bize, - Size bir şey anlatayım mı? Zira onun bana çok faydası dokundu. Umarım size de fayda sağlar, dedi ve anlatmaya devam etti: - Atâ b.Rebâh (ra) bana şöyle dedi: "Ey kardeşimin oğlu! Sizden öncekiler sözü fazla uzatmayı ve çok konuşmayı çirkin görürlerdi. Onlar okunan bir Kur'an, iyiliği emredip kötülükten sakındırma ve geçimi sağlama için söylenen sözler dışındaki tüm konuşmaları gereksiz ve boş söz sayarlardı. Sonra şöyle devam etti: Yoksa şu ayet-i kerimeyi görmüyor musunuz? "Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var.Değerli yazıcılar var" (İnfitar 82/10-11) "İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar.İnsan hiçbir söz söylemez ki,yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın." (Kaf 50/17-18) Öyleyse amel defterlerinizin önüne bu meleklerin yazdıklarıyla dolu bir halde açıldığı ve içinde dini veya dünyası namına yararı olan hiçbir şeyin bulunmaması sizi utandırmaz mı?
Reklam
Hz.Ebubekir (ra) helal gıda hassasiyeti
Hz.Ebubekir(ra)'ın bir kölesi vardı,yiyecek bir şey getirdiğinde kaynağını sormadan yemezdi.Bir seferinde kaynağını ona sormayı unuttu ve yedi.Daha sonra sorduğunda adamın yiyeceği kazanma şekli hoşuna gitmedi ve istifra etti..
Ribanın hayatı ve zekâtın mevti ile geniş bir mesafe açılmış, öyle bir uzaklık olmuş ki, hayt-ı vasi kopmuş. Tabaka-yı süflâdan, tabaka-yı ulyâya karşı ihtiram, itaat, tahabbüb yerine, yalnız ihtilal sedası, hased sayhası, kin enini, nefret velvelesi, intikam feryadı yükselip işitilir. Tabaka-yı ulyâdan, tabaka-yı süflâya merhamet, ihsan ve taltife bedel yalnız zulmün ateşi, tahakkümün saikası, tahkirin ra'dı iniyor. İşte bu halet-i ruhiyedendir ki, sebeb-i tevazu ve terahhüm olan havasdaki meziyyet tekebbür ve gurura sebeb olmuştur. Şefkate, acımaya ve yardıma sebeb olan fukara aczi, avamın fakrı esaretlerine, sefaletlerine sebeb olmuştur. Eğer şahid istersen, âlem-i medeninin fesad ve rezaletine bak, zaman çok şâhidleri gösterecektir. Elhâsıl tabakatın musalahası, birbirine yakınlaştırmasının çâre-i yeganesi, erkân-ı islâmiyetten olan zekâtı, hayat-ı içtimaiyyenin tedvirine vâsi, âli düstur ittihaz etmektir. İslâmiyette en büyük kebire olan ribayı vesailiyle ilga etmektir. Adâlet-i Kur'aniyye âlem kapısında durup, ribaya "yasaktır, girmeye hakkın yoktur" der.
İşârâtKitabı okudu
Kul kesbeder; Allah Azze ve Celle yaratır. Yaratma cihetiyle her şey Allah'tandır. O'nun müsaadesi olmadan yaprak dahi düşmez. Lakin Allah'ın şerre rızası yoktur. Müeddeb bir mü'min hata,hastalık gibi arzu edilmeyen durumları kendine, doğruluk ve şifa gibi iyi durumları ise Allah Teâlâ'ya isnat eder. Nitekim Hz. Adem eşi ile kendisine yasaklanan ağaçtan yiyip avret yerleri açılınca , "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz." demişti. Hz. Adem (ra), "Ey Rabbim böyle takdir ettin biz de şeytan tarafından aldatılıp yedik." demedi, bilakis hatayı kendine nispet edip affını niyaz etti.
ANKARA'YA SARAY YAPMAK Ankara'nın başkent yapılmasının iki anlamı var. ✓ Birincisi Osmanlı bir saray zihniyeti olup son zamanlarında tefecilere borçlanarak devleti kaybetmiş bir zihniyet olarak tarih olmuştur. Ankara küçük bir kasabadır. Atatürk sarayın olmadığı bir yeri özellikle tercih etmiştir. Toplumun kafasından saray
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.