Hasan’ın koluna dayanarak salonun kapısına gelen ihtiyarın zaman zaman bükük beli doğruluyor, fersiz gözleri parlıyor, fakat bir an içinde gerilen adaleleri tekrar gevşiyor, gözlerinde tutuşan gençlik bir ateş böceği gibi yanıp sönüyordu. Dimağının, mezarlarından kaldırdığı oğullarını kapı eşiğinden seyrederken ihtiyar onlardan bir eksiklik hissetti, bir şey aradı, kollar kımıldıyor, fakat yumruklar harekette değil ve biraz da her biri bir çınar, bir dağ parçasını hatırlatan eskilere nisbeten bunlar biraz cılız, biraz zayıf. Gerçi Recep gibi, Haşim gibi, Salim gibi, hatta omzuna dayandığı küçük Hasan gibi kendi oğulları olduğuna şüphe etmediği gençler var. Fakat Safa küçük, çarpık çurpuk vücudu, koca kafası, medresede ders okutur gibi tecvit üzerine konuşan, minarede sala verir gibi etrafta çınlayan sesiyle konağın imamı Şadan Molla’yı hatırlatıyor; Ahmet’in gözleri, Paşa Baba’nın aylık kırdırmak için sık sık müracaat ettiği Anadolu Rumlarından sarraf Yorgaki’nin faiz ve kazanç hesap ederken gözlerinin aldığı donuk, sabit bakışını hatırlatıyor. Şinasi, Hüdai olabilir, çünkü Hüdai Çanakkale’ye gitmeden evvel hariciyeye intisabı düşünmüş ve monokl480 takmaya başlamıştı. Fakat monokla rağmen Büyük Harp’te ismi etrafında kahramanlık efsaneleri toplanmıştı. Demek şefkat ve hasret onu değiştirmiş, cılız ve titiz yapmış...
— Paşa Baba, niçin yataktan kalktın?