“İnsanlar ruhlarıyla yaşasalar, yalnız sevecekleri insanları severlerdi.”
kolay okunan ama zor hazmedilen, sindirdikçe içini sızlatan bir roman. Belki de en çok, herkesin içinde biraz Selim Pusat olduğu için.
‘’Bir gün bu yolun sonuna varırsam
Bir mezar kazın bana çöllerde
Ne mezar taşı koyun baş ucuma
Ne de toprağında bir yeşillik…”
Nihal Atsız bu dizeleriyle “ruh adam”ın aslında kendisi olduğunu düşündürüyor. çoğu kişinin yalnızca milliyetçi kimliğiyle tanıdığı bir yazar. Oysa Ruh Adam, ondan çok daha fazlasını anlatıyor. Kitapta; bağlılık, aşk, vicdan, inanç, öfke, yalnızlık, yenilmişlik, inat, korku ve en çok da insanın kendi ruhuyla savaşı var. Selim Pusat’ın hikayesi, bir subayın hikayesi değil sadece. İnsanın “ben neyim?” sorusuna verdiği cevabın, bazen bütün hayatını çürüttüğünü gösteriyor.
kelimeleri boşa harcamayan, gereksiz romantizmle şişmeyen ama duyguları en çıplak hâliyle önüne koyan bir üslupla yazılmış. Uygur masallarıyla gerçek hayat iç içe geçiyor, rüya ile uyanıklık, doğru ile yanlış, sevgi ile nefret, hepsi tek potada eriyor. Bir yerden sonra kitaba değil, kendi ruhuna bakmaya başlıyorsun.