Güzel bir kadın tanırdım bir zamanlar
parmak uçlarıyla şarkı söyleyen
ve gözleri kahverengiydi,
küçük kuşlar gibi.
Göğüslerinin kadehine döktüm şarabı.
Bacaklarının tümseğine
incirler çizdim.
Susuzluğum için söyledi
Tanrı'nın gizemli şarkılarını
orduyu yere deviren.
Bir sabah-ışığı gibiydi sanki
gırtlağında çiçek açan
ve o mavi
ve küçük çiçektozunun hepsi
Tüketmeye başladı yüreğimi
şiddetli ve dinsel.
Bu şarkı söyleyiş,
bir çeşit ölüştür,
bir çeşit doğuş,
bir adak mumudur.
Bir düş-annem var,
gitarıyla şarkı söyleyen
ay ışığı ve güzel yağlarla
yatak odasını iyileştiren.
Flüt de geldi,
beş tele katıldı,
bir Tanrı parmağı deliklerin üstünde.
Kasaba yaşamaz
Sıcak gökyüzünde boğulan bir kadın gibi
Siyah-saçlı bir ağacın hata yaptığı yer dışında
Kasaba sessiz. Gece on bir yıldızla kaynar.
Ah, yıldızlı yıldızlı gece! Bu, nasıl
ölmeyi istediğimdir.
Devinir. Onların tümü canlı.
Ay turuncu zincirlerinde büyüse bile
çocukları itmek için, bir tanrı gibi, gözünden.
Yaşlı görünmeyen yılan yıldızları yutar.
Ah, yıldızlı yıldızlı gece! Bu nasıl
ölmeyi istediğimdir:
o büyük canavar tarafından emilen
gecenin saldıran göğsünün içinde
yaşamımdan ayrılmak, bayraksız
göbeksiz,
ağlamadan.
Anahtar delikleri gibi açılan ve kapanan gözler
ve asla unutmayan, binlerce kayıt yapan.
yılanbalıkları gibi zekayla dolu kafatası
dünyanın yazıtı—
bir oyun için yapılan ve kırılan
kemikler ve eklemleri,
ölümsüzün safrası
üreme organları
ve yürek şüphesiz
gelgitleri yutan
ve onları temizleyip tüküren.