kederle can çekişen suratlarını çevirip
gözleriyle ah ettiler bana.
dört kere elli canlı adam
(ne inilti duydum ne de sızlanma)
güm diye düştü, cansız yığın gibi
hepsi bir bir devriliverdi.
ruhlar uçtu bedenlerinden,
saadete ya da kedere, kaçıp gitti!
ve her bir ruh yanımdan geçti,
kundaklı yayımın vızıltısı gibi!
kainattaki gözle görülemez âlemlerin sayısının, gözle görülebilir olanlardan daha çok olduğuna kolayca inanırım. ama bütün bu alemlerin familyasını; her birinin mertebesini, ilişkilerini, ölçütlerini ve işlevlerini bizim için kim açıklığa kavuşturabilir? ne yaparlar? nerelerde ikamet ederler? insan zihni daima bunların bilgisine ermeye çalışmış, ama bu bilgiyi asla ele geçirememiştir. bu arada düşünsel olarak zihinde, adeta bir levhanın üzerindeymişçesine daha engin ve daha iyi bir dünyayı canlandırmanın zaman zaman faydalı olacağını inkar etmiyorum, gündelik yaşamın sıradan meseleleriyle meşgul zihinlerimiz haddinden fazla daralmaktan ve cüzi fikirlere tamamen kapılmaktan bu sayede kurtulur. yine de gündüzü geceden ayırır gibi, kesin olan ve olmayanı birbirinden ayırabilmemiz için hakikat konusunda dikkatli olmalı ve ayarını kaçırmamalıyız.
günler geçti, halimiz aynı
saplanmıştık, ne esinti ne dalga vardı, resmedilmiş bir gemi gibi aylak, resmedilmiş bir denizde yatalak.
su, su, her yanda
ve çekti tüm borda;
su, su, her yanda
yok içmeye bir damla.
"eğer böyle durmadan konuşup sana nasıl yeni şeyler yaratabileceğini anlatırsam buna daha kolay katlanabilirim. unutabileceğimi sanmıyorum fakat belki böyle yaparsak katlanmak daha kolay olabilir."
hâlâ toprak kokan bir şarkıdır dinlediğimiz
eskimiş bahçelerden koparıp geceleri
şimdi bir kıyı feneri gibi çok uzaklarda
yakamoz yakamoz ölümün gözleri
ne var ki yalnızdı belki korkulu
sevmek diyordu şarkılarda yaşanmış
biraz inatçıydı kaprisin kollarında yorgun
ve seviştiği gecelerce alev alev yanmış...
sözcüklerin, vicdanın özü olamayacak kadar yaralı olduğu bir yerden; içimde biriken kusma isteğinden ve kusamamaktan yorgun, birkaç dilek, birkaç gönül rahatlatıcı şey düşünmeye çalışıyorum. olmuyor. hayatın bittiği yerde nasıl durulur bilmiyorum. gururlu mu, cesaretsiz mi, yeniden doğacak gibi hırslı mı, öfkeli mi? nasıl durulur, durulursa ilk ne söylenir bilmiyorum. bildiğim içimizde insanlık dileyen büyük bir parçanın yıllar boyunca yaralı ve kimsesiz kalacağı. nefretin ve sevginin ötesinde, anlamsızlığın ortasında kalem uçlarına paslı iğnelerle dikilmiş yüzümüze bakıyorum. bu nasıl yazılır? bu suç mahallinde unutulan umudu nasıl dile getireceğim. hangi küreklerle, hangi toprağa gömeceğim bunca cesedi.
içeridekiler ve dışarıdakiler.., hepimiz aynı lanetin içindeyiz. gittikçe paylaştıklarımızı en karanlığa indiriyoruz. sanki yalnızlık ve duyarsızlık bizi koruyacak. sanki küssek daha iyi olacak.
sokaklar ne dediği anlaşılmayan hayallerle dolu. varacakları hiçbir yer yok. zaten bir yer aramıyorlar. o yüzden eğildikleri bir alın yok. ağlamaya utanacakları bir şiir yok.