...her bir masnuu ~ ince, tam, düzgün bir nizam altına almak ve ~ hassas, cessas, mükemmel bir ölçü ve mizanla her uzvunu ve cihazını tartmak, takmak ve ~ yüzüne süslü, düzgün bir sima, bir teşahhus vermek ve ~birbirine muhalif azalarını basit, camid, ölü bir maddeden zîhayat olarak gayet sanatlı yaratmak, ☆ mesela insanı ayrı ayrı yüz cihazatı ile bir katre sudan icad etmek ve ☆ kuşu pek çok âlât ve muhtelif cihazlarıyla bir basit yumurtadan inşa edip mu'cizatlı suret giydirmek ve ☆ ağacı dal, budak ve mütenevvi aza ve eczasıyla basit, camid "karbon, azot, müvellidü'l-mâ, müvellidü'l-humuza"dan terekküp eden bir küçük çekirdekten çıkarmak, muntazam, meyveli bir şekil giydirmek, 《elbette ve elbette bedahetle, şüphesiz kat'iyetle vücub ve zaruret ve lüzum derecesinde ispat eder ki o her bir masnua bütün zerrat ve eczasıyla ve suret ve mahiyetiyle bir Kadîr-i Mutlak'ın irade ve meşietiyle ve ihtiyar ve kasdıyla o mahsus, mükemmel vaziyet veriliyor.. Ve her şeye şâmil bir iradenin taht-ı hükmündedir..》
《Bu'd-u mutlak ve birbirinden gayet uzak bir nevin efradı; biri şarkta, biri garpta, biri şimalde, biri cenupta, aynı zamanda, aynı tarzda birbirinin misli ve birbirinden teşahhusça imtiyazlı bir surette vücuda gelmeleri ancak bir Alîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak'ın kâinatı idare eden hadsiz kudreti ve bütün mevcudatı ahvaliyle ihata eden nihayetsiz ilmiyle olabilmesi cihetiyle, muhit bir ilme delâlet ve bir Allâmü'l-guyub'a hadsiz şehadet ederler..》
Reklam
TEFSÎR-İ SÛRE-İ İHLÂS - İhlâs Sûresi Tefsiri ve Şerhleri
Hâtime Bu sûre-i şerifedeki hakâyık-ı âliye sûret-i icmâlide ber-vech-i âti derc-i sutûr edilir: “Hüve” tabirinden başka bir sûretle ifade edilemeyen ve hüve’den baş- ka bir ismi olmayan hüviyet-i mahza’ya işaretten sonra bu hakikat akre- bu’l-levâzım olan ve beyan olunduğu üzere tarif ve tavzîhte en kuvvetli olan ulûhiyetle takip olunup badehu
Velem yekun lehû küfüven ehad
Kendisi bir mislinden ve bir misli dahi kendinde mütevellid olmadığı beyan buyurulduğu gibi bu âyet-i kerîmede hiçbir kimsenin kendisinin küfüvü olmadığı îrad ve ityân kılındı. Küfüv olmak, kuvvet-i vücûdda bir şeyin diğer şeye müsâvî olmasıdır ki bu da mahiyet-i nev‘iye veya vücûb-i vücûdda yekdiğerlerine müsavi olmak ihtimallerini hâvîdir. Mahiyet-i nev‘iyedeki müsavâtı ve “lem yelid ve lem yûled” kavl-i celîli iptal eyler. Çünkü -mirâren arz olunduğu vech üzere- “mahiyeti kendiyle gayrı arasında müşterek olan”ın vücûdu maddî olmak icab eder ki bu da gayrıdan tevellüdü muktezi idi. Lâkin hüviyet-i mutlaka-i ilâhiye, gayrdan mütevellid olmadığı için mahiyet-i nev‘iyede müsavisi yoktur. İhtimal-i sânî, vücûb-i vücûd idi ki bu da mahiyet-i cinsiyedeki iştirak demektir. Bu âyet-i kerîme bunu da cerh ve iptal eyler. Zira kıyas-ı hul- fî ile mahiyet-i cinsiyede iştiraki kabul olunsa cinsin faslı istilzâmından dolayı cinsi olduğu gibi faslı dahi olması, yani “ümm” mesabesinde olan cinsi ve “eb” mesabesinde bulunan (veled’in eb’e olan intisabı daha kavî olmakla eb’in bu babda asaleti vardır; bunun için “eb”, fasl itibar olunup “ümm”, cinsi mesabesinde kalmıştır) faslın izdivacından mütevellid bu- lunması lâzım gelir. Hâlbuki kimse tarafından îlâd olunmuş değildir; yani vâcibu’l-vücûd’dur. Maamâfih sûre-i şerifenin evvelindeki icra edilen tahkikâttan mahiyet-i mebde-i evvel’in “li-zâtihi hüve hüve” olduğu sabit olmuş olduğundan cins ve faslın izdivacından tevellüdü bu sûretle de men‘ olunmuştur.
Allahu’s-samed “Samed” lügatta iki sûretle tefsir olunmuştur: 1. Lâ cevfe lehû (boşluğu olmayan); 2. Umûr-i mühimmede kendisine müracaat olunan zât-ı celî- lu’l-kadr’dir. Birinci tefsire göre mânâsı selbîdir ki nefy-i mahiyete işarettir. [Nefyo- lunan bu mahiyet gayra müteallik olan mahiyettir.] Çünkü “mahiyeti-ol- mayan”ın mahiyetten ibaret olan cevf ve batnı dahi olmayacağı tabiidir. Bâtını olmadığı hâlde mevcud bulunan zâtındaki cihet ve itibarı ancak vücududur. Vücuddan başka itibar ve ciheti olmayan yani min haysu hüve hüve vü- cuddan ibaret olan ise gayr-ı kâbil-i ‘ademdir. Bundan da samed-i hakîkînin kâffe-i vücûhtan mutlak vâcibu’l-vücûd olduğu mantıken istintac olunur. İkinci tefsire nazaran mânâ selbî olmayıp izafîdir. Bu da kâffe-i mah- lukât için zât-ı ulûhiyetin seyyid-i küll olmasıdır. Âyet-i kerîmeden bu iki mânânın irade edilmesi de muhtemeldir.* Bu hâlde âyet-i kerîme’nin mânâ-yı münîfi, “İlah böyle olandır, yani ulûhiyet şu selb u icabın mecmû‘undan ibarettir” siyakında olmuş olur. * İbn Sînâ’nın bu kelamı kendisi Hanefiyyu’l-mezheb olmakla umûm-i müştereke binaendir.
Beş hazret, kudret ve onun temsilcileri yerinde kullanılan bir terimdir. Bu, Allah'tan zuhûr ve sudûr eden sıfat ve fiillerin geçirdikleri beş âlemdir. Bu beş âlem şunlardır: 1- Mutlak Gavb hazreti: ilim hazret-i âlemindeki Âyân-ı Sabite buradadır. 2- Gavb-ı Muzâf hazreti: Bu da iki kısımdır. 3- Ya mutlak gayba yakın olanajrıuzâf olur: Bu hazret; Ceberûtî ve Melekûti ruhlar âlemidir. Bunlar; mucerred nefisler ve akıllar âlemidir. 4- Ya da şuhûd-ı mutlakava vakın olana muzâftır: Bu misâl âlemidir. Buna Melekût Âlemi'de denir. 5- Bu dört Âlemi bir arava getiren, toplayan hazrettir: Bu Âlem-i insandır. Öyle bir insan ki, bütün âlemleri ve ondaki varlıkları kendisinde toplamıştır. Bu Hazret-ı Hamseden üçüncüsünün ve dördüncüsünün biz bu bölümde izâhatına gayret sarf edeceğiz. Bu iki hazret için ikişer alâmet vardır. 1- Eğer vücûd-ı mislinin tecellisi bazı benzetimle taâlluk etse, muvafakat hazret-ı farkda gizli ve Tevfîk-i İlâhi sonucunda mislinin Âlem-i Ezel'de yaratılışı cihetiyle tahakkuk eder. 2- Eğer tecellisi kullî benzetimle ta'alluk etse muvafakat hazret-ı cemde hakiki olur ve vücûdu mislinin Âlem-i Ezel'de yaratılışı cihetiyle gerçekleşir.
Reklam
926 öğeden 221 ile 230 arasındakiler gösteriliyor.