"Bir ademoğlu ölünce kalbine ne olur?
Kan ve can çekilince ne kalır geriye?
Aklın yolları kifayetsiz bunu çözmeye..
Sadece kalp bilir hakikati..
Büyük bir şölen ve vuslat bu.."
"Her türlü teselli sözü bir ihanet gibi geliyor kulağıma. Parmaklarım alev alev yanıyor. Kâğıt tutuşacak, mektup yanacak diye çekiniyorum. Cehennemden betermiş, seni kazanmak için senden uzaklaşmak. Kırk senedir beklediğimdin, geç bulduğumdun, şimdi yoksun. Daha kaç sene bekleyeceğim Çöldeki kumlar kadar susuzum, gelişin nisan yağmuru olsun. Sözlerin kulaklarımda bala taze, kelimeler yıldız yıldız, cümlelerin mehtapların en şahanesi. Tebessümün geliyor gözümün önüne, vuslat gibi güzel bir sabah güneşi gülüşlerin. Biz birbiriyle genişleyen, kenetlenen ve sonsuzlaşan tek ruhuz. Nasıl bir pınarsın sen Şems? İçtikçe susadığım. Nasıl bir ateşsin sen ey Şems? Yandıkça serinlediğim. Sen görünüşte etten kemikten ibaret bir insan; ama bütün insanlığı kalbinde taşıyan. Senin yüzünü görmedikten sonra, varsayalım ki yüzlerce dünya görmüşüm, ne çıkar?"
Ne mümkün vasf olunmak ol habibi
Ana vassaf hemen Allah garibi
Ana bi had salat kim ol habibi
Bu vuslat derdinin oldu tabibi
Bu senlikten geçip hakka gidelim
Cemali ba kemale seyridelim.
Ben mihnet dolu bir ömrün devamında,
Çölde Mecnun gibi yanmışım ne çıkar,
Sen genç kızlığının yıllanan camında,
Leylâ sabrıyla beklesen milyon bahar,
Aşkımız çıkmaz sokak, vuslat imkânsız;
Hep müvazi gidiyor yıldızlarımız.
Biraz dinlen ve yürü, kabuğuna dön, uyan
İnandığın her vuslat bir ayrılık dağıdır
Toprağa bak, gülümse, müsterih ol ve dayan
Hayat, bir inkisarın mutlu karanlığıdır
-Efendi! Oğlunuz seviyor. Aşk hastalığına yakalanmış, dedi.
-Muhterem Efendi! Kimi seviyor?
-Hiç kimseyi... Aşkın en öldürücü olan şekli budur.
-Ey Büyük Âlim! Bize yol göster! Ne yapmamız gerekiyor?
Bunun çaresi ne? Oğlumuzun kurtulması için canımızı vermemiz gerekiyorsa, verelim. Yeter ki ciğerparemiz kurtulsun.
- Efendi! Oğlunuzun bağrını yakıp kül eden "mutlak aşk"tır.
Önce bu aşka bir hedef bulmalıyız. Sonra, bu aşk ateşini vuslat âb-ı hayatıyla söndürmenin bir yolunu düşünmeliyiz. Aksi takdirde, ölmesi kaçınılmazdır.
Zîyana uğratılmış bir çağdayım
Yabana atılmış bir mevsimde
Açmıyor çiçeklerim, yeşermiyor umutlarım
Parlamıyor yıldızlar karanlığıma. hasret diyarından, habersiz bi şehirim.
Nedensiz bi harabeyim, imtihan yurdunda.
Arayanım!
Vuslat yolunda hambalım.
İki günlük dünyada bu'günün var'ı yarının yalanıyım. Ben bu kadarım işte nasip edildiği kadar yazılan, nasip edilmeyince habersiz şehrin harabesinde yatacak olanım..
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar ?
Mendilimde kan sesleri ...
Edip Cansever
Eski zamanlarda bir kadın bir erkekten hoşlandığını belli etmek istediğinde ona mendil verirmiş, kendi işlediği bi mendil.. Eğer olur da kavuşurlarsa o mendille erkeğin alnının teri silinirmiş. Yok eğer kavuşmazlarsa o zaman da erkek o mendille gözünün yaşını silermiş.
Alın teri hep vardır ama gözyaşı bir süre sonra kurur. Gözyaşı kuruduğunda vuslat olursa ne güzel.. Ama eğer hicran olur, ayrılık devam ederse o zaman da erkeğin gözünden yaş değil, kan akarmış. Ve erkek o mendille gözündeki kanı silermiş.
Şair "Mendilimde kan sesleri " derken bunu kast ediyor.
Ayrılığın böylesi..
Daim Enel Hak söylerem Haktan çü Mansur olmuşam
Kimdir beni berdar eden, bu şehre meşhur olmuşam
Kıble’siyem sadıkların,mâşukıyem âşıkların
Mansuru’yem lâyıkların, çün Beyt-i Mâmur olmuşam
Musa benem kim(ki) Hakkile daim münacat eylerem
Günlüm tecelli turudur, anın için Tur olmuşam
Erdim kaşın Mi’racınakim(ki) Kâb-ı Kavseyn oldürür
Vuslat